ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

16 Şubat 2012 Perşembe

ŞAKA (A JOKE) - ÇEHOV

Parlak bir kış günü ortasıydı, dondurucu bir soğuk vardı ve Nadenka'nın başı ve bukleleri ile üst dudağı gümüş rengi kar tanecikleriyle kaplanmıştı, kolumu tutuyordu ve ikimiz yüksek bir tepede duruyorduk, durduğumuz yerin aşağısındaki yamaca güneş sanki ayna gibi yansıyordu, yanımızda yanları parlak kırmızı kumaş kaplı küçük bir kızak vardı.
- Hadi Nadenka Petrovna, bir kere kayalım, sadece bir kez, emin ol hiçbir şey olmaz, canın yanmaz!
Fakat Nadenka korkuyordu,küçük galoşlarıyla durduğu buz gibi tepenin aşağısı ona korkunç, sonsuz bir uçurum gibi geliyordu, ona kızağa binmesini söylerken, aşağı bakakarak, nefesini tuttu, boşluğa bırakma riskini göze alırsa ne olabilirdi? Ölebilir, aklını kaybedebilirdi.

- Seni temin ediyorum, korkamaman gerekir, bu korkaklık!
Sonunda Nadenka razı oldu, yüzünden ölümcül bir korku içinde olduğunu görüyordum, onu kızağa oturttum, titriyordu ve yüzü bembeyazdı, kollarımı ona doladım, ve tepeden aşağıya bıraktık kendimizi.
Kızak mermi gibi uçtu, rüzgar yüzümüzü yalıyor, kulaklarımızdan içeri giriyor, sanki kızgınlıkla kafamızı koparmak istiyordu, rüzgarın basıncından nefes almakta güçlük çekiyorduk, sanki şeytan bizi pençelerinin arasına almış, kükreyerek cehenneme doğru sürüklüyordu, çevremizdeki her şey sadece bir çizgi haline dönüşmüştü, sanki bir saniye sonra yok olacaktık,
Hafif bir sesle 'Seni seviyorum Nadenka' dedim.
Kızak gittikçe yavaşladı, rüzgarın uğultusu ve anaforu artık o kadar korkunç değildi, nefes almamız kolaylaşmıştı, ve sonunda yamacın dibindeydik, Nadenka ölmekten beter olmuştu, yüzü bembeyazdı ve zor nefes alıyordu, kalkmasına yardım ettim.
Gözleri dehşet içinde kocaman açılmış bir şekilde bana bakarak:
Bir daha hiçbir güç bana böyle bir şeyi yaptıramaz dedi. Hiçbir şey, korkudan öldüm!
Biraz sonra kendine geldi, soran gözlerle bana baktı, gerçekten o üç kelimeyi söylemiş miydim yoksa kasırganın gürültüsünden ona mı öyle gelmişti...ben de yanında durmuş sigara içiyor ve eldivenlerime bakıyordum.
Koluma girdi ve buz tutmuş tepenin yanında yürüyerek uzun bir süre geçirdik, soru onu rahat bırakmıyordu, bu sözleri duymuş muydu duymamış mıydı? Evet mi, hayır mı? Evet mi, hayır mı? Bu soru hayat memat sorusuydu, gurur, onur sorusuydu..çok önemli bir soruydu, dünyadaki en önemli soruydu. Nadenka, sabırsızca, üzgün bir şekilde yüzüme baktı, konuşmayacağımı anlayınca kendisi konuştu, Ah! Şu güzel yüzünden okunanlar! kendisiyle mücadele ettiğini görüyordum, bir şey söylemek, bir şey sormak istiyordu ama kelimeleri bulamıyordu, üzgün, şaşkın ve korkmuş gibiydi...
Bana bakmadan
- Biliyor musun dedi.
- Neyi?...
- Hadi tekrar kayalım!
Tekrar buz tutmuş tepeye tırmandık, beyaz ve tirtir titreyen Nadenka'yı tekrar kızağa oturttum ve yeniden korkunç boşluğa uçtuk, yeniden rüzgarın uğultusu, kasırganın anaforu, ve kızağımız en hızlı, en gürültülü uçuşunu yaparken, yavaş bir sesle:
- Seni seviyorum Nadenka dedim.
Kızak durduğunda, Nadenka ikimizin kaydığı tepeye baktı sonra benim yüzüme baktı ve ilgisiz, tutkusuz sesimi dinledi ve o minik vücudunun tümünde, her parçasında, hatta manşonu ve başlığında bile büyük bir şaşkınlık okunuyordu, yüzünde 'ne demek istiyor? Kim söyledi bu sözleri? O mu? Yoksa sadece bana mı öyle geldi? Diye yazıyordu sanki.
Emin olamamak onu endişelendirmişti, zavallı kız sorularıma cevap veremedi, kaşlarını çattı, neredeyse ağlamak üzereydi.
Eve dönsek iyi olmaz mı? diye sordum.
Şeyy...ben bu kızak kayma işini çok sevdim, bir kez daha kayalım mı?
Kızakla kaymayı 'sevdiğini' söylüyordu ama geçen iki seferde olduğu gibi, yüzü yine bembeyaz, tirtirtitriyordu kızağa binerken, korkudan zor nefes alıyordu.
Üçüncü kez tepeden aşağı uçtuk, yüzüme, dudaklarıma baktığını gördüm ama mendilimi ağzımın üzerine koydum, öksürdüm ve yamacın yarısındayken, yine
- Seni seviyorum Nadya, demeyi başardım.
Ve esrar yine esrar olarak kaldı! Nadenka, sessizdi, bir şeyler düşünüyordu, onun evini gördüm, yavaş yavaş yürüyordu, ona bu kelimeyi söyleyip söylemeyeceğimi merak ediyordu ve ben ruhunun acı çektiğini hissediyordum, şöyle haykırmamak için kendini sanki zor tutuyordu:
- Bunları rüzgar söylemiş olamaz! Hem rüzgarın söylemiş olmasını istemiyorum!
Ertesi sabah küçük bir mesaj aldım.
- Bugün de kızakla kaymak istiyorsan, bize gelen. N.
O günden sonra her gün Nadya'yla kızak kaymağa gittim. Ve tepeden kayarken, her seferinde yavaş bir sesle 'Seni seviyorum Nadya' dedim.
Zamanla, bu sözler, alkol ya da uyuşturucu gibi Nadya'da bağımlılık yaptı, bu sözleri duymadan yaşıyamıyordu, önceden buz tutmuş tepeden aşağı kaymak onu gerçekten çok korkutuyordu, fakat şimdi korku ve tehlike, sevgi sözcüklerine tuhaf bir cazibe katmıştı, üstelik sözler, eskiden olduğu gibi esrarını koruyordu, şüpheli iki kişiydik: ben ve rüzgar...Nadya aşk sözlerini hangisinin söylediğini hala bilmiyordu, fakat artık aldırmıyordu da, içkiyi hangi kadehten içtiğinizin önemi yoktur yeter ki, sizi zehirlemesin...
Öğleyin bir ara tesadüfen buz tutmuş paten sahasına geldim, paten kayan kalabalığın arasına karıştım, o sırada Nadenka'yı buz tutmuş tepeye tırmandığını gördüm, ve beni arıyordu, sonra ürkerek tepeye tırmandı, Ah! tek başına tepeye çıkmaktan nasıl da korkuyordu! Yüzü bembeyazdı, fakat çok kararlıydı ve korkusuna rağmen tepeye tırmandı, belli ki, sonunda bir deneme yapacaktı, bakalım ben yokken de o tatlı sözü duyacak mıydı? Kızağa binerken solgun dudaklarının korkuyla aralandığını gördüm, kızağa bindi, gözlerini kapadı ve dünyaya elveda diyerek kaymaya başladı, Whrrrrr....Nadenka o sözleri duydu mu, duymadı mı bilmiyordum, sadece kızağın üzerinden bitkin ve solgun bir halde kalktığını gördüm, yüzünden sözleri duyup duymadığını kendisinin de anlamadığı belli oluyordu, kayarken duyduğu dehşetten ne ses, ne başka bir şeyi duyabilecek, ayırtedebilecek halde değildi çünkü...
Fakat sonra Mart ayı geldi...ilkbahar güneşi oldukça nazikti...buzdan tepemiz parlaklığını yitirdi, siyahlaştı ve sonunda eridi. Kızakla kaymayı bıraktık, artık zavallı Nadenka'nın o sözleri duyabilecek hiçbir yeri yoktu. Rüzgar olmadığından ve ben de Petersburg'a gidiyordum, uzun bir süre için belki de ömür boyu.

Yola çıkmadan iki gün önce, akşamüstü küçük bahçede oturuyordum, Nadenka'nın evi ile aramızda bir çit vardı, hala oldukça soğuktu, gübre yığınlarının üzerinde hala kar vardı, ağaçlar cansızdı ama yine de ilkbaharın kokusu vardı ve kargalar sanki gece yatmaya hazırlanır gibi bağırıyordu, çite doğru gittim ve çitin aralığından Nadenka'nın evini gözetlemeye koyuldum, Nadenka verandaya geldi, ve gökyüzüne doğru kederli bir şekilde bakmaya başladı, bahar rüzgarı üzgün, solgun yüzüne çarpıyordu...buz tutmuş tepede, kızakla kayarken, o üç kelimeyi duyduğu anı hatırlıyordu, ve yüzü çok çok kederli bir hal aldı, gözünden bir damla yaş yanağına aktı, zavallı çocuk kollarını uzatarak sanki rüzgarın tekrar o üç sözcüğü söylemesini istedi, ve ben, rüzgarın esmesini bekleyerek yavaşça,
- Seni seviyorum Nadya dedim.
Şükürler olsun! Nadenka'nın yüzü değişti! Bir çığlık attı, tüm yüzü güldü, neşeli, mutlu görünüyordu, kollarını uzatarak rüzgarı kucakladı.
Ve ben de bavullarımı toplamaya gittim.
Bu çok uzun yıllar önceydi, Nadenka şimdi evli...kendi isteğiyle mi, isteğinin dışında mı evlendi bilmiyorum, bu önemli değil, saygın bir yönetici asistanıyla evlenmişti ve üç çocuğu vardı, vaktiyle onunla kızak kaymaya gittiğimizde rüzgarın ona söylediği ' Seni seviyorum Nadenka' unutulmamıştı, bu onun hayatındaki en mutlu, en dokunaklı, en güzel hatırasıydı..
Fakat, şimdi artık yaşlandığımdan, o sözleri neden söylediğimi anlayamıyorum, bu şakayı ne sebepten yapmıştım...
Yazan: ÇEHOVÇeviren: Müjde Dural

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder