Lafa illa 'ben' le başlamadan;
Rivington'a New York'un karakteristik manzaralarını, olaylarını,
şöyle tipik şeylerini araştırdığımı söyledim.
Rivington “A, yazın için mi? Daha
iyi birine danışamazdın. New York hakkında bilmediğim şey
yoktur. Seni yerel renklerin tam ortasına koyacağım, öyle ki, bir
magazin dergisi mi yoksa hastanenin yılancık bölümünde (1) misin
anlamayacaksın. Ne zaman başlamak istiyorsun?” dedi.
Rivington, doğma büyüme, öncelikli, benzersiz bir New York'luydu.
Bana gönüllü eşlik ve gözcülük
etmesinden ötürü memnunluk duyacağımı, bu sayede Manhattan'ın
kocaman, kasvetli, tuhaf özelliklerini not alacağımı söyledim.
Rivington iyi bir dost gibi ilgili “hemen
bu akşam başlıyoruz” dedi. “Saat yedide benimle yemek yersin,
sonra seni şehrin öyle yerlerine götüreceğim ki, gördüklerini
kaydetmek için kinetoskop cihazına(2) ihtiyacın olacak.”
Böylece Rivington'la Forty Eleventh
caddesindeki klüpte güzel bir akşam yemeği yedim ve olayların
bulunmaz renklerini keşfetmeye çıktık.
Klüpten çıktık, merdivenlerin
yanında, kaldırımda iki adam hararetli hararetli sohbet ediyordu.
Bir tanesi ötekine “ Nasıl bir
akıl yürütmeyle toplumu üreten ve bir şeye sahip olmayan
sınıflar olarak bölmenin, tekelleşmeye meyilli ve zararlı
endüstriyel gelişim yaratan rekabetçi sistemlerle kıyaslandığında
başarısızlığa yol açtığı sonucuna vardın?” dedi.
Gözlüklü olan diğer adam “Hadi
ama, kabuğundan çık!” dedi. “Önerilerin işe yaramayacak.
Siz, ağzı iyi laf yapanlar, abuksabuk teorilerinizi kategorize
kıyaslamalarla mantıklı sonuçlara varmak için kullananırsınız.
Bilgiçlik tasalayarak beni kandıramazsın. Marx, Hyndman ve
Kautsky'den örnekler veriyorsun – kim ki onlar?- sahtekarlar. Tolstoy'muş!
Adamın tavanarası fare kaynıyor. Rekabetçi sistemleri kaldırıp,
yerine 'ortak zenginlik'(3) fikrini koymak sadece hedefi onikiden vurup, yarışı bitirir, benim hesabıma pşişik aşırı bir duyu, senin hesabına ise hapishane düşer!
Birkaç metre uzakta durup not
defterimi çıkarttım.
Rivington biraz sinirli “of hadi
ama bunları dinlemek istemezsin”dedi.
Ben “niye yahu, tam da bu tür
şeyleri duymak istiyordum. Bu argo tipler senin şehrinin en seçkin
özellikleri arasında. Bu Bowery ağzı mı? Gerçekten daha fazla
dinlemeliyim.” diye fısıldadım.
İlk konuşan adam “eğer seni anladıysam, ortak çıkarlar üzerine toplumu yeniden örgütlemeye
inanmıyorsun değil mi?” dedi.
Gözlüklü adam “senin tarafından
bakınca güngüneşlik gözüküyor. Benim tarafımdan bakınca ise sisli, puslu. Ben buna şimdilik pratik olarak inanmıyorum diyorum. Bol
paralı adamlar nakit para üzerindeki baskıyı gevşetecek fikre
sahip değildir. Teneke konserve kutusuyla ziyafet çekecek adam da
İncil okuyan sınıfa katılmaya tam olarak hazır değildir. Renkli
çoraplarının üzerine bahse girebilirsin ki, durum her yerde
berbat. Ülkenin ihtiyacı olan şey Cobden ya da akıllı Ben
Franklin gibi birileri - şöyle süzülerek yürüyüp zencinin
kafasına sopayı indirecek. Hızıma yetişebiliyor musun? Ne?”
Rivington sabırsızca kolumdan
çekti.
“Lütfen gel, gidip bir şeyler
görelim, istediğin şey bu değil”
Ben “gerçekten istediğim bu”
diye ısrar ettim. “Bu sert konuşma aradığım şey, kendine özgü
insanların konuşması betimlemeye değer. Bu argo Bower ağzı mı
demiştin?”
Rivington pes etti ve “pekala sana
doğruyu söyleyeceğim, konuşanlardan biri üniversitede profesör,
günde bir, iki kez klübe gelir, konuşurken argo kullanmasından
gına geldi, bunun lisanını geliştirdiğini söylüyor. Konuştuğu
adam ise New York'un ünlü bir sosyo ekonomisti. Şimdi gelecek
misin? Biliyorsun bunu kullanamazsın”
“Hayır kullanamam, buna tipik New
York diyebilir misin?”
Rivington, rahatlayarak “tabii ki
diyemem”dedi. “Farkı görmene sevindim. Ama gerçekten eski,
kaba Bowery argosunu duymak istersen bulacağın yere götüreceğim.”
“Çok hoşuma gider, yani asıl
olan şu ki, hep kitaplarda okuduğum ama kulağımla işitmediğim
şeyler...bu tiplerin arasında korumasız dolaşmak tehlikeli
olmasın?”
Rivington “yok yok, bu saatte
olmaz. Gerçeği söylemem gerekirse epeydir Bowery'ye gitmedim ama
orayı Broadway'i bildiğim kadar bilirim. Birkaç tipik Bowery'li
çocuk bulup konuştururuz. Dünyanın hiçbir yerinde duymayacağın
garip bir dille konuşuyorlar.” dedi.
Rivington'la 42. caddeden bir tramvaya binip
doğuya, sonra üçüncü caddeden güneye gittik.
Houston caddesinde indik ve yürüdük.
Rivington “Artık meşhur
Bowery'deyiz” dedi. “Şu hikayelerde ve şarkılarda anlatılan
Bowery'de”
Vitrinleri etiketli
gömleklerle dolu, erkek giyim mağazalarını geçtik, başka bir
mağazada kravatlar vardı ama gömlekler yoktu, insanlar kaldırımda
yukarı aşağı geziniyordu.
Burası bir bakıma bana şeftali
sandıklama sezonundaki Koko-mono endüstrisini hatırlattı.
Rivington kızdı.
“Cebinde bol parayla, şu barlara
veya vodvil gösterilerinden birine adımını atarsan Bowery'in
ününü nasıl hak ettiğini anlarsın”
Soğukça “imkansız şeyler
söylüyorsun” dedim.
Rivington yavaş yavaş durdu ve
Bowery'nin tam göbeğinde olduğumuzu söyledi. Köşede tanıdığı
bir polis memuru vardı.
Rehberim “Merhaba Donahue!” dedi.
“İşler nasıl? Arkadaşımla ben birazcık buraların yerel renklerine, renkli
dünyasına bakmaya geldik. Bowery'li bir tiple tanışmaya can
atıyor. Bize böyle renkli birini bulabilir misin? Tam buraların adamı
olan biri”
Polis memuru Donahue hantal bir
şekilde döndü, kırmızı yüzlü düzgün biriydi, copuyla
aşağıdaki klübü gösterdi.
“Kesinlikle. Bakın doğma
büyüme Bowery'li bir genç geliyor, buranın her karışını bilir eğer bir
gün Bleecker caddesinden yukarı çıktıysa bilemem.”
Düzgün yüzlü, 28, 29 yaşlarında
bir adam, elleri cebinde bize doğru geliyordu. Polis Donahue, copunun nazik bir hareketiyle adamı durdurdu.
“İyi akşamlar Kerry”dedi. “Bu
iki centilmen benim dostlarım. Senden biraz Bowery'yi anlatmalarını
istiyorlar. Onları biraz gezdirir misin?”
Genç adam “Elbette Donahue”diyerek
dostça bize gülümsedi. “iyi akşamlar beyler”. Donahue,
devriyesine devam etti.
Rivington dirseğiyle beni dürterek
“bu gerçek, ağza bak!” dedi.
Rivington şapkasını geri iterek
“baksan ahbap, n'aber? Arkadaşım ve ben şöyle eskileri
arıyorduk, aynasız senin Bowery'li olduğunu söyledi doğru mu?”
Rivington'un olaya adapte olmasına
hayran kalmaktan kendimi alamadım.
Genç adam dobra dobra “Donahue
haklıydı. Ben burada büyüdüm. Gazete dağıttım,boksörlük
yaptım, çetelere girdim, barmenlik ve her çeşit anlamında 'spor'
yaptım. Bu tecrübelerim sayesinde elbette Bowery'deki yaşama
vakıfım. Ne tür bilgi ve tecrübe duymak istiyorsanız,
Donahue'nun arkadaşlarının hizmetindeyim.”
Rivington uyuz olmuştu.
Yalvarır gibi “bizi
işletmiyorsun ya? Bu senden beklediğimiz konuşma şekli değil.
Bir kere bile “hully gee” demedin. Sen gerçekten buralı mısın?”
Bowery'li çocuk gülümseyerek
“korkarım ki, bazı edebiyat yapıtlarında anlatılan Bowery'nin
sahte yüzü sizin aklınızı çelmiş. Sözünü ettiğiniz 'argo'
yu üçüncü caddenin aşağısındaki bilinmeyen ıssız
yerleri istila eden ve yerel halkın ağzına tuhaf sesler
yerleştiren, edebiyatçı kaşifleriniz icat etti. Kuzeye ve batıya
uzak, güvenli evlerinde oturan saftirik okurlar da bu yeni 'lisan'a kanıp, inandı. Gerçek kaşifler olan Marco Polo ve
Mungo Park gibi ama keşif ile icat arasındaki farkı bilemeyen
hırslı ruha sahip bu insanlar, bu kaşiflerin edebiyatçı artıkları
metro çöplerini topluyorlar. Bowery'de oturanlara atfedilen bu
şehir efsanesi lisana ait romanlar basıldıktan sonra, bazı deyimlerin
ve metaforların bir dereceye kadar benimsenip, kullanılmaya
başlandığı bir gerçek. Çünkü bizim insanlarımız ticari
avantajlarının yararına olan şeylere çabucak uyum sağlarlar.
Yeni keşfedilmiş mahallemizi ziyarete gelecek ve romanlarda
okudukları şeyleri bulmayı uman turistler için pazarın
taleplerini yerine getirdiler.”
“Fakat konudan uzaklaştım beyler,
size nasıl yardımcı olabilirim? İnanın mahallemiz çok misafirperverdir. Söylemeye utanıyorum bir sürü ucuz eğlence mekanı
vardır ama sizi cezbedeceğini sanmam.”
Rivington, bana yaslandı ve “gel
de bizimle bir tek at” dedi.
“Teşekkür ederim ama ben içki
içmem. Bir damla alkol bile insanın perspektifini değiştiriyor.
Ve ben de perspektifimi korumalıyım çünkü Bowery hakkında
inceleme yapıyorum. Burada neredeyse 30 yıl oturdum. Burasının ruhunu ancak
anlıyorum. Burası yüzlerce dere tarafından beslenen büyük bir
nehir gibidir. Her dere akıntıyla farklı tohumlar getiriyor, acayip kollar ve yosunlar. Ve bazen de gelecek vaadeden çiçekler. Bu
nehri anlamak için sele engel olacak duvarlar inşaa edecek bir adam
lazım. Bu adam hem bir doğa bilimci, hem jeolog hem hümanist, hem
dalgıç ve iyi bir yüzücü olmalı. Ben Bowery'imi seviyorum.
Burası benim beşiğim ve ilham aldığım şey. Bir kitap yazdım.
Eleştirmenler nazikti. O kitaba yüreğimi koydum. Bir tane daha
yazıyorum bu seferkine hem yüreğimi, hem kafamı koymak istiyorum.
Beni rehberiniz kabul edin beyler, size nereyi göstereyim?”
Rivington'a ancak göz ucuyla bakacak
cesaretim kalmıştı.
Rivington “Sağol”dedi. “Biz
şey arıyorduk.....yani....arkadaşım...mahcup oldum..mecburen
ona uydum..hep aynı..”
Dostumuz “Yine de bizim Bowery'li
gençlerimizle tanışmak isterseniz, buradan iki blok ötede East
Side Kappa Delta Phi derneğine sizi götürmekten memnun olurum”
dedi.
Rivington “çok üzgünüm” dedi.
“Fakat arkadaşımın bu gece acelesi var. Yerel yerlerin dışına
çıkınca korkuyor. Sizin derneğe gitmeyi çok isterdim ama başka
zaman.”
Birbirimize veda ettik ve eve giden
bir arabaya bindik. Yukarı Broadway' de bir tavşan aldık ve köşede
Rivington'la ayrıldık.
“Şey böyle bir şey olsa olsa
bizim küçük New York'ta olurdu.” dedi.
Son olarak bu tipik bir Rivington
lafıydı.
YAZAN: O'HENRY
Orijinal öykü: A Little Local Colour
çeviren: müjde dural
- Yılancık hastalığı hastanın yüzünün, rengarenk olmasına sebep olan bir deri hastalığı. Çevirirken daha uygun bir şey ( çiçekçi dükkanı vs. )de diyebilirdim ama sadık olsun diye değiştirmedim.
- Kinetoskop cihazı google görsellerde görebilirsin, çok eski (1890'lı yıllardan kalma)bir cihaz.
3. Ortak zenginlik, (cooperative commonwealth) sosyalistlerin, solcuların, işçi partilerinin savunduğu bir iktisadi terimçevirenin notu: Anlamını bulamadığım sözcükler:skallybootin; roopteetoop; cull;
teşekkürler sevgili Müjde.. O'Henry'nin öykülerini çok severek okumuştum .. harika bir tarzı var..
YanıtlaSilbu ara bloğuma bir şeyler eklemek içimden gelmiyor Müjde.. ben de bekliyorum bakalım ne olacak .. senin çevirilerindeki itinanın farkındayım.. orjinalin vermek istediği kurguyu çok güzel ortaya çıkarıyorsun .. dikkat edenler bunun farkına ve lezzetine varabiliyor.. ellerine sağlık ..
Sil--sevgiler--
Çok teşekkürler arkadaşım. Senin de okuyan gözlerine sağlık.
SilSevgiler...
Ellerinize sağlık cidden harika bir iş çıkartmışsınız.Anlamaya çalıştığım yerlere bakınca gerçekten de çeviremezdim dedim :D tekrar tekrar teşekkür ederim size
YanıtlaSilÇok teşekkürler miki fare.
Silben de bir çevirmenim ya kutlarım valla :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum Derin'ciğim, gurur duydum. :)
Sil