ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

8 Şubat 2014 Cumartesi

YEREL RENKLER / O'HENRY


Lafa illa 'ben' le başlamadan; Rivington'a New York'un karakteristik manzaralarını, olaylarını, şöyle tipik şeylerini araştırdığımı söyledim.

Rivington “A, yazın için mi? Daha iyi birine danışamazdın. New York hakkında bilmediğim şey yoktur. Seni yerel renklerin tam ortasına koyacağım, öyle ki, bir magazin dergisi mi yoksa hastanenin yılancık bölümünde (1) misin anlamayacaksın. Ne zaman başlamak istiyorsun?” dedi.

Rivington, doğma büyüme, öncelikli, benzersiz bir New York'luydu.

Bana gönüllü eşlik ve gözcülük etmesinden ötürü memnunluk duyacağımı, bu sayede Manhattan'ın kocaman, kasvetli, tuhaf özelliklerini not alacağımı söyledim.

Rivington iyi bir dost gibi ilgili “hemen bu akşam başlıyoruz” dedi. “Saat yedide benimle yemek yersin, sonra seni şehrin öyle yerlerine götüreceğim ki, gördüklerini kaydetmek için kinetoskop cihazına(2) ihtiyacın olacak.”

Böylece Rivington'la Forty Eleventh caddesindeki klüpte güzel bir akşam yemeği yedim ve olayların bulunmaz renklerini keşfetmeye çıktık.

Klüpten çıktık, merdivenlerin yanında, kaldırımda iki adam hararetli hararetli sohbet ediyordu.

Bir tanesi ötekine “ Nasıl bir akıl yürütmeyle toplumu üreten ve bir şeye sahip olmayan sınıflar olarak bölmenin, tekelleşmeye meyilli ve zararlı endüstriyel gelişim yaratan rekabetçi sistemlerle kıyaslandığında başarısızlığa yol açtığı sonucuna vardın?” dedi.

Gözlüklü olan diğer adam “Hadi ama, kabuğundan çık!” dedi. “Önerilerin işe yaramayacak. Siz, ağzı iyi laf yapanlar, abuksabuk teorilerinizi kategorize kıyaslamalarla mantıklı sonuçlara varmak için kullananırsınız. Bilgiçlik tasalayarak beni kandıramazsın. Marx, Hyndman ve Kautsky'den örnekler veriyorsun – kim ki onlar?- sahtekarlar. Tolstoy'muş! Adamın tavanarası fare kaynıyor. Rekabetçi sistemleri kaldırıp, yerine 'ortak zenginlik'(3) fikrini koymak sadece hedefi onikiden vurup, yarışı bitirir,  benim hesabıma pşişik aşırı bir duyu, senin hesabına ise hapishane düşer!

Birkaç metre uzakta durup not defterimi çıkarttım.

Rivington biraz sinirli “of hadi ama bunları dinlemek istemezsin”dedi.

Ben “niye yahu, tam da bu tür şeyleri duymak istiyordum. Bu argo tipler senin şehrinin en seçkin özellikleri arasında. Bu Bowery ağzı mı? Gerçekten daha fazla dinlemeliyim.” diye fısıldadım.

İlk konuşan adam “eğer seni anladıysam, ortak çıkarlar üzerine toplumu yeniden örgütlemeye inanmıyorsun değil mi?” dedi.

Gözlüklü adam “senin tarafından bakınca güngüneşlik gözüküyor. Benim tarafımdan bakınca ise sisli, puslu. Ben buna şimdilik pratik olarak inanmıyorum diyorum. Bol paralı adamlar nakit para üzerindeki baskıyı gevşetecek fikre sahip değildir. Teneke konserve kutusuyla ziyafet çekecek adam da İncil okuyan sınıfa katılmaya tam olarak hazır değildir. Renkli çoraplarının üzerine bahse girebilirsin ki, durum her yerde berbat. Ülkenin ihtiyacı olan şey Cobden ya da akıllı Ben Franklin gibi birileri - şöyle süzülerek yürüyüp zencinin kafasına sopayı indirecek. Hızıma yetişebiliyor musun? Ne?”

Rivington sabırsızca kolumdan çekti.

“Lütfen gel, gidip bir şeyler görelim, istediğin şey bu değil”

Ben “gerçekten istediğim bu” diye ısrar ettim. “Bu sert konuşma aradığım şey, kendine özgü insanların konuşması betimlemeye değer. Bu argo Bower ağzı mı demiştin?”

Rivington pes etti ve “pekala sana doğruyu söyleyeceğim, konuşanlardan biri üniversitede profesör, günde bir, iki kez klübe gelir, konuşurken argo kullanmasından gına geldi, bunun lisanını geliştirdiğini söylüyor. Konuştuğu adam ise New York'un ünlü bir sosyo ekonomisti. Şimdi gelecek misin? Biliyorsun bunu kullanamazsın”

“Hayır kullanamam, buna tipik New York diyebilir misin?”

Rivington, rahatlayarak “tabii ki diyemem”dedi. “Farkı görmene sevindim. Ama gerçekten eski, kaba Bowery argosunu duymak istersen bulacağın yere götüreceğim.”

“Çok hoşuma gider, yani asıl olan şu ki, hep kitaplarda okuduğum ama kulağımla işitmediğim şeyler...bu tiplerin arasında korumasız dolaşmak tehlikeli olmasın?”

Rivington “yok yok, bu saatte olmaz. Gerçeği söylemem gerekirse epeydir Bowery'ye gitmedim ama orayı Broadway'i bildiğim kadar bilirim. Birkaç tipik Bowery'li çocuk bulup konuştururuz. Dünyanın hiçbir yerinde duymayacağın garip bir dille konuşuyorlar.” dedi.

Rivington'la 42. caddeden bir tramvaya binip doğuya, sonra üçüncü caddeden güneye gittik.

Houston caddesinde indik ve yürüdük.

Rivington “Artık meşhur Bowery'deyiz” dedi. “Şu hikayelerde ve şarkılarda anlatılan Bowery'de”

Vitrinleri etiketli gömleklerle dolu, erkek giyim mağazalarını geçtik, başka bir mağazada kravatlar vardı ama gömlekler yoktu, insanlar kaldırımda yukarı aşağı geziniyordu.

Burası bir bakıma bana şeftali sandıklama sezonundaki Koko-mono endüstrisini hatırlattı.

Rivington kızdı.

“Cebinde bol parayla, şu barlara veya vodvil gösterilerinden birine adımını atarsan Bowery'in ününü nasıl hak ettiğini anlarsın”

Soğukça “imkansız şeyler söylüyorsun” dedim.

Rivington yavaş yavaş durdu ve Bowery'nin tam göbeğinde olduğumuzu söyledi. Köşede tanıdığı bir polis memuru vardı.

Rehberim “Merhaba Donahue!” dedi. “İşler nasıl? Arkadaşımla ben birazcık buraların yerel renklerine, renkli dünyasına bakmaya geldik. Bowery'li bir tiple tanışmaya can atıyor. Bize böyle renkli birini bulabilir misin? Tam buraların adamı olan biri”

Polis memuru Donahue hantal bir şekilde döndü, kırmızı yüzlü düzgün biriydi, copuyla aşağıdaki klübü gösterdi.

“Kesinlikle. Bakın  doğma büyüme Bowery'li bir genç geliyor, buranın her karışını bilir eğer bir gün Bleecker caddesinden yukarı çıktıysa bilemem.”

Düzgün yüzlü, 28, 29 yaşlarında bir adam, elleri cebinde bize doğru geliyordu. Polis Donahue, copunun nazik bir hareketiyle adamı durdurdu.

“İyi akşamlar Kerry”dedi. “Bu iki centilmen benim dostlarım. Senden biraz Bowery'yi anlatmalarını istiyorlar. Onları biraz gezdirir misin?”

Genç adam “Elbette Donahue”diyerek dostça bize gülümsedi. “iyi akşamlar beyler”. Donahue, devriyesine devam etti.

Rivington dirseğiyle beni dürterek “bu gerçek, ağza bak!” dedi.

Rivington şapkasını geri iterek “baksan ahbap, n'aber? Arkadaşım ve ben şöyle eskileri arıyorduk, aynasız senin Bowery'li olduğunu söyledi doğru mu?”

Rivington'un olaya adapte olmasına hayran kalmaktan kendimi alamadım.

Genç adam dobra dobra “Donahue haklıydı. Ben burada büyüdüm. Gazete dağıttım,boksörlük yaptım, çetelere girdim, barmenlik ve her çeşit anlamında 'spor' yaptım. Bu tecrübelerim sayesinde elbette Bowery'deki yaşama vakıfım. Ne tür bilgi ve tecrübe duymak istiyorsanız, Donahue'nun arkadaşlarının hizmetindeyim.”

Rivington uyuz olmuştu.

Yalvarır gibi “bizi işletmiyorsun ya? Bu senden beklediğimiz konuşma şekli değil. Bir kere bile “hully gee” demedin. Sen gerçekten buralı mısın?”

Bowery'li çocuk gülümseyerek “korkarım ki, bazı edebiyat yapıtlarında anlatılan Bowery'nin sahte yüzü sizin aklınızı çelmiş. Sözünü ettiğiniz 'argo' yu üçüncü caddenin aşağısındaki bilinmeyen ıssız yerleri istila eden ve yerel halkın ağzına tuhaf sesler yerleştiren, edebiyatçı kaşifleriniz icat etti. Kuzeye ve batıya uzak, güvenli evlerinde oturan saftirik okurlar da bu yeni 'lisan'a kanıp, inandı. Gerçek kaşifler olan Marco Polo ve Mungo Park gibi ama keşif ile icat arasındaki farkı bilemeyen hırslı ruha sahip bu insanlar, bu kaşiflerin edebiyatçı artıkları metro çöplerini topluyorlar. Bowery'de oturanlara atfedilen bu şehir efsanesi lisana ait romanlar basıldıktan sonra, bazı deyimlerin ve metaforların bir dereceye kadar benimsenip, kullanılmaya başlandığı bir gerçek. Çünkü bizim insanlarımız ticari avantajlarının yararına olan şeylere çabucak uyum sağlarlar. Yeni keşfedilmiş mahallemizi ziyarete gelecek ve romanlarda okudukları şeyleri bulmayı uman turistler için pazarın taleplerini yerine getirdiler.”

“Fakat konudan uzaklaştım beyler, size nasıl yardımcı olabilirim? İnanın mahallemiz çok misafirperverdir. Söylemeye utanıyorum bir sürü ucuz eğlence mekanı vardır ama sizi cezbedeceğini sanmam.”

Rivington, bana yaslandı ve “gel de bizimle bir tek at” dedi.

“Teşekkür ederim ama ben içki içmem. Bir damla alkol bile insanın perspektifini değiştiriyor. Ve ben de perspektifimi korumalıyım çünkü Bowery hakkında inceleme yapıyorum. Burada neredeyse 30 yıl oturdum. Burasının ruhunu ancak anlıyorum. Burası yüzlerce dere tarafından beslenen büyük bir nehir gibidir. Her dere akıntıyla farklı tohumlar getiriyor, acayip kollar ve yosunlar. Ve bazen de gelecek vaadeden çiçekler. Bu nehri anlamak için sele engel olacak duvarlar inşaa edecek bir adam lazım. Bu adam hem bir doğa bilimci, hem jeolog hem hümanist, hem dalgıç ve iyi bir yüzücü olmalı. Ben Bowery'imi seviyorum. Burası benim beşiğim ve ilham aldığım şey. Bir kitap yazdım. Eleştirmenler nazikti. O kitaba yüreğimi koydum. Bir tane daha yazıyorum bu seferkine hem yüreğimi, hem kafamı koymak istiyorum. Beni rehberiniz kabul edin beyler, size nereyi göstereyim?”

Rivington'a ancak göz ucuyla bakacak cesaretim kalmıştı.

Rivington “Sağol”dedi. “Biz şey arıyorduk.....yani....arkadaşım...mahcup oldum..mecburen ona uydum..hep aynı..”

Dostumuz “Yine de bizim Bowery'li gençlerimizle tanışmak isterseniz, buradan iki blok ötede East Side Kappa Delta Phi derneğine sizi götürmekten memnun olurum” dedi.

Rivington “çok üzgünüm” dedi. “Fakat arkadaşımın bu gece acelesi var. Yerel yerlerin dışına çıkınca korkuyor. Sizin derneğe gitmeyi çok isterdim ama başka zaman.”

Birbirimize veda ettik ve eve giden bir arabaya bindik. Yukarı Broadway' de bir tavşan aldık ve köşede Rivington'la ayrıldık.

“Şey böyle bir şey olsa olsa bizim küçük New York'ta olurdu.” dedi.

Son olarak bu tipik bir Rivington lafıydı.

YAZAN: O'HENRY
Orijinal öykü: A Little Local Colour
çeviren: müjde dural


  1. Yılancık hastalığı hastanın yüzünün, rengarenk olmasına sebep olan bir deri hastalığı. Çevirirken daha uygun bir şey ( çiçekçi dükkanı vs. )de diyebilirdim ama sadık olsun diye değiştirmedim.
  2. Kinetoskop cihazı google görsellerde görebilirsin, çok eski (1890'lı yıllardan kalma)bir cihaz.

    3. Ortak zenginlik, (cooperative commonwealth) sosyalistlerin, solcuların, işçi partilerinin savunduğu bir iktisadi terim


    çevirenin notu: Anlamını bulamadığım sözcükler:
    skallybootin; roopteetoop; cull;

7 yorum:

  1. teşekkürler sevgili Müjde.. O'Henry'nin öykülerini çok severek okumuştum .. harika bir tarzı var..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu ara bloğuma bir şeyler eklemek içimden gelmiyor Müjde.. ben de bekliyorum bakalım ne olacak .. senin çevirilerindeki itinanın farkındayım.. orjinalin vermek istediği kurguyu çok güzel ortaya çıkarıyorsun .. dikkat edenler bunun farkına ve lezzetine varabiliyor.. ellerine sağlık ..
      --sevgiler--

      Sil
    2. Çok teşekkürler arkadaşım. Senin de okuyan gözlerine sağlık.
      Sevgiler...

      Sil
  2. Ellerinize sağlık cidden harika bir iş çıkartmışsınız.Anlamaya çalıştığım yerlere bakınca gerçekten de çeviremezdim dedim :D tekrar tekrar teşekkür ederim size

    YanıtlaSil
  3. ben de bir çevirmenim ya kutlarım valla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum Derin'ciğim, gurur duydum. :)

      Sil