ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

4 Mart 2012 Pazar

ÖPÜCÜK - Anton Çehov

Mayıs'ın yirmisinde, akşam saat sekiz'de, N - topçu birliğinin altı bataryası, geceyi geçirmek üzere Miystetçki köyünde kamp kurdular. Tam kargaşanın ortasında, kimi subaylar silahlarıyla meşgulken, kimisi kilisenin yanındaki meydanda toplanmış üstlerinin emirlerini dinlerken, tuhaf bir ata binmiş, sivil giysili bir adam, kilisenin yanına geldi. Kısa kuyrukla, sağlam boyunlu, boz renkli küçük at, sanki dans eder gibi yan yan adım atıyordu.
Adam subayların yanına gelince şapkasını çıkardı ve ,
-Ekselansları General'ın emir subayı von Rabbek, sizleri çayadavet ediyor.
At döndü, yine dans ederek gitti, mesajı getiren şapkasını tekrar taktı ve tuhaf atıyla kilisenin ardında gözden kayboldu.
Bazı subaylar, bölülerine dağılırken,
-Bu kahrolası da ne diyor? diye homurdandılar. Von Rabbek ve çayı! Çayın ne anlama geldiğini biliyoruz. dediler.

Altı bataryanın subayları da önceki yıl olan bir olayı gayet net hatırladılar. Manevralar sırasında, bir alayın subaylarıyla birlikte, tıpkı bunun gibi, çevrede malikanesi olan bir Kont tarafından çaya davet edilmişlerdi. Misafirperver, gönlübol Kont, onları yedirmiş, içirmiş, köydeki bölüklerine dönmelerine izin vermemiş geceyi orada geçirmelerini istemişti,tabii tüm bunlar çok güzeldi, daha iyisi olamazdı fakat işin beteri, emekli subay genç subayların dostluğundan o kadar memnun olmuştu ki, gün ağırana kadar parlak askerlik geçmişinden anılar anlattı, evini gezdirdi, pahalı tabloları, eski oymaları,antika silahlarını gösterdi ve ünlü kişilerin yazılarını okudu, yorgun, bitkin düşün subaylar onu dinlediler,esnediler ve sonunda ev sahibi gitmelerine izin verince, artık uyumak için çok geç olmuştu!
Acaba bu Von Rabbek de böyle biri miyidi? Öyle birisi olsun veya olmasın, yapılacak bir şey yoktu, subaylar üniformalarını değiştirdiler, fırçaladılar, ve hep beraber beyefendinin evini aramaya gittiler. Kilisenin meydanında ekselans'ın evine iki yoldan gidildiğini öğrendiler, küçük patikadan nehir boyunca gidip,bir bahçeye oradan da caddeye çıkınca eve gidiliyordu ya da yukarı yol kiliseden dosdoğru gidilip, köyden yarım mil uzakta ekselanslarının tahıl ambarlarına çıkıyordu.
Subaylar üst yoldan gitmeye karar verdiler.
Yolda, bu von Rabbek de kim? diye merak ettiler. "Plevne'deki N - süvari bölüğündeki olamaz
-Hayır o sadece Rabbe idi, von'u yoktu.
-Hava ne güzel!
Tahıl ambarlarına gelince yol ikiye ayrıldı, biri dosdoğru uzanıyor ve akşam karanlığında kayboluyordu, ötesi sağ tarafa kıvrılıp ev sahibine gidiyordu. Subaylar sağa döndüler ve daha yavaş konuşmaya başladılar. Yolun her iki tarafında kırmızı damlı,taş ambarlar diziliydi, ağır bir görünümleri vardı sanki kasabadaki barakalara benziyorlardı...önlerinde malikanenin pencereleri parlıyordu.
Bir subay ' Bu iyiye işaret, köpeğimiz en önde gidiyor, şüphesiz bizden önce kokuyu aldı'
Teğmen Lobitko, önde yürüyordu, uzun boylu, gürbüz, iyi beslenmiş yüze sahip, yirmibeş yaşında olmasına rağmen başında saç kalmamış,bıyıksız biriydi, en tuhafı da bir yerde kadınların bulunup bulunmadığına dair sezgileri vardı.
-Evet, bu evde kadınlar var, hissediyorum.
Kapının eşiğinde, Von Rabbek, subayları bizzat karşıladı, 60yaşlarında, sivil giyinmiş, sevimli bir adamdı, ziyaretçileriyle el sıkıştı, onları görmekten çok mutlu ve memnun olduğunu söyledi, geceyi geçirmelerini isteyemeyeceğinden dolayı da özür diledi çünkü iki kızkardeşi ve çocukları, erkek kardeşleri ve birkaç komşusu da ziyarete geldiklerinden hiç boş odası kalmamıştı.
General herkesle tek tek el sıkıştı, gülümsedi, özür diledi, fakat geçen seneki Kont kadar sevinmiş gözükmüyordu, onları sadece formalite icabı davet etmiş gibi görünüyordu, subaylar yumuşacık halıların üzerinde yürür ve bir yandan Generali dinlerlerken, onun kendilerini davet etmezse tuhaf kaçacağı için davet ettiklerini hissettiler, uşaklar alt katın ve antrenin lambalarını yakmak için sabırsızlanırlarken, subaylar ev halkının rahatını kaçırdıkları, huzursuzluk verdikleri hissine kapıldılar, kız kardeşler, erkek kardeşler, konu komşunun toplanıp ailece eğleneceği bir evde, tanımadıkları ondokuzsubayın varlığı nasıl hoş karşılanabilirdi ki?
Salonun girişinde, subayları İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen, uzun boylu,kara kaşlı, zarif bir hanımefendi karşıladı, asil ve nazik bir tavırla gülümseyen kadın, onların ziyaretinden memnun ve mutlu olduğunu söyledi ve kocasının onları geceyi geçirmeleri için davet edememesinden dolayı özür diledi, misafirlerine arkasını döner dönmez asalet dolu gülümseyişi kayboluyordu, belli ki ömrü boyunca yüzlerce subay görmüştü ve artık bıkmıştı, onları evine davet etmesi ve özrü de sadece aldığı terbiye ve sosyal konumu gereği yaptığı bir hareketti.
Subaylar büyük yemek odasına girdiklerinde, içeride bir düzine kadar , genç, yaşlı, hanım ve bey vardı, uzunca bir masada çay içiyorlardı,sandalyelerinde oturan bir grup adam etraflarındaki puro dumanı içinde zarzor seçiliyordu, onların ortasında, kızıl bıyıklı,yüksek sesle İngilizce konuşan bir adam ayak duruyordu, grubun arkasında açık mavi mobilyalarla döşenmiş bir oda göze çarpıyordu.
General,hoş görünmeye çalışarak yüksek sesle
-Beyler, o kadar kalabalıksınız ki hepinizi tek tek tanıştırmak imkansız, formaliteleri bırakalım, herkes kendisini tanıtsın.dedi.
Subayların bazıları ciddi, bazıları gülümseyen yüzlerle, ama hepsi de biraz şaşkın, başlarıyla selam vererek çay için masaya geçtiler.
İçlerinde kendini en rahatsız hisseden, Raboviç'di, gözlüklü, genç bir subaydı, tıpkı bir vaşak gibi bıyıkları vardı, diğerar kadaşları ciddi gözükürken, kimisi de zoraki gülümsüyordu,Raboviç'in yaban kedisi bıyıkları, gözlüklü yüzü sanki"ben tüm bölükteki en utangaç, en mütevazi ve en sıradan"adamım diyordu. Odaya girip, masaya oturduğunda gözleriyle kimseye veya bir nesneye bakamadı, yüzler, giysiler, kristal içki sürahileri, çay bardaklarından gelen buhar, güzel duvar süslemeleri, tüm bunlar birleşip, Raboviç'in duygularını alarma geçirmiş, saklanmak istemişti, sanki topluluk önünde ilk dersini verecek bir öğretmen gibiydi, gözünün öndeki her şeyi daha önce görmüş ama gördükleri hakkında çok az şey bilen biri gibiydi. (psikolojide bir insanın bir şeyi görmesine rağmen,anlamamasına psikolojik körlük denir) Biraz sonra Raboviç,etrafında gördüğü şeylere alışmaya ve daha net bakıp,gözlemlemeye başladı. Utangaç, toplum içine çıkmaya alışık olmayan bir adam olarak, onu ilk çarpan şey bu yeni ahbapların alışılmadık cesaretleriydi.
Çay masasında, general ve eşi, yaşlı iki hanım, leylak rengi elbiseli genç bir hanım, generalin küçük oğlu olduğu anlaşılan kızıl bıyıklı genç adam, kurnazca ki sanki daha önce prova yapılmış gibi- subayların arasındaki sandalyelere oturmuşlardı ve hemen hararetli bir konuşmaya başladılar, öyle ki, subayların konuşmaya katılması mümkün değildi, leylak rengi elbiseli genç hanım heyecanlı heyecanlı topçu taburunun piyade ve süvarilerden daha çok zamanı olduğunu savunurken, general ve yaşlı hanımlar aksini söylüyorlardı, konuşmalar bu minval devam etti, Radoviç,leylaklı hanımın bir kadın için böyle ilgisiz bir konuda bu kadar heyecanlı tartışmasını gözlemlerken bir yandan da kadınınyüzünde gidip gelen sahte gülücüklere bakıyordu.
General ve ailesi ustalıkla subayları da tartışmaya dahil ettiler ve bir yandan kadehlerinin arkasından, bıyık altından onları incelemeye  koyuldular hepsinin çayı var mı? Yeterince şeker var mı? Filan niye kekini yemiyor veya brandi içmiyor...
Raboviç,onlara baktıkça ve dinledikçe, sahte fakat olağanüstü disiplinli bu aileye olan ilgisi daha da artıyordu.
Çaydan sonra subaylar salona geçtiler, teğmen Lobitko'nun içgüdüleri onu yanıltmamıştı, içeride birçok genç kız ve evli genç hanım vardı. Teğmen az sonra kendisini siyah elbiseli çok genç bir kızın yanında buldu ve sanki görünmez bir kılıcı tutar gibi, kendine güvenli şekilde gülümseyerek, kızı selamladı, muhtemelen ilginç ama saçma şeyler anlatıyor olmalıydı ki, kız ilgisizce ikidebir 'gerçekten mii?' diyordu,adam kıza asla söz geçiremeyeceği sonucuna vardı.
Derken piyano başladı, bir valsin hüzünlü nağmeleri açık pencerelerden etrafa yayıldı, ve herkes bir sebepten mevsimin bahar olduğunu anımsadı, bir Mayıs akşamıydı, herkes güllerin,leylakların ve taze kavak yapraklarının kokusunu duyuyordu.Raboviç içtiği brandinin ve müziğin tesiriyle, pencereye doğru baktı, genç adama göre, çiçeklerin, yaprakların kokuları bahçeden değil, hanımların yüzlerinden ve elbiselerinden geliyordu.
Generalin oğlu az sonra sıska, genç bir hanımı dansa kaldırdı, salonda iki kez onunla döndüler, parke zeminde kayarak, leylaklı kızın önüne geldi ve onunla dönmeye başladılar, Raboviç, kapının yanında, dans etmeyenlerle birlikte duruyordu, hayatında hiç dansetmemişti ve hayatında bir kez bile kolunu, saygıdeğer bir kadının beline dolamamıştı. Bir erkeğin hiç tanımadığı bir kadının beline kolunu dolayabilmesi, kadının da elini o erkeğin omzuna koyabilmesi çok hoşuna gitmişti ama kendisini o erkeğin yerinde düşünemiyordu.
'Kadril' dansı başlayınca general dans etmeyenlerin yanına gelip, iki subayı bilardo oynamaya davet etti, adamlar kabul ettiler ve salondan çıktılar, yapacak bir şeyi olmayan Raboviç de generali'in takip etmek istedi ve peşinden gitti, büyük salondan küçük salona geçtiler, sonra cam vitraylı bir tavanı olan, dar koridora, oradan başka bir odaya geldiler, kanepedeki mahmur yüzlü uşaklar derhal ayağa fırladılar, sonunda bir sürü odayı geçip, bilardo masasının olduğu küçük bir odaya geldiler ve oynamaya başladılar.
Raboviç,iskambilden başka oyun oynamamıştı ama bilardo masasının yanında durdu, ve ilgisizce oyuncuları izlemeye başladı, adamlar ceketlerinin düğmelerini açmış, ellerinde ıstakalar, oynuyor bir yandan anlamadığı şeyler söylüyorlardı, hiçbiri Raboviç'e aldırmıyordu, arada dirsekleriyle ona çarpıyor veya ıstakanın ucu adamcağızadeğerse, 'pardon' diyorlardı o kadar, ilk tur oyun bitmeden Radoviç yorulmuştu, istenmediğini hissetti ve tekrar salona dönmeye karar verdi. Odadan çıktı.
Salona giderken başına küçük bir macera geldi. Yarı yolu gitmişti ki,yanlış yöne saptığını farketti, koridorda yüzleri uykulu uşaklar olduğunu hatırlıyordu fakat beş altı oda geçtiği halde uşaklara rastlamamıştı, hatasını farkedip, biraz geriye gitti, sağa döndü, kendisini bilardo odasına giderken görmediği,karanlık küçük bir odada buldu, orada biraz durduktan sonra,gözüne ilişen ilk kapıyı açtı ve karanlık bir odaya daha girdi, odanın diğer tarafındaki kapıdaki aralıktan loş bir ışık yansıyordu ve hüzünlü bir mazurka sesi geliyordu, bu odanın da pencereleri açıktı ve dışarıdan leylak, gül ve kavak kokuları yayılıyordu.
Raboviç hala tereddüt içindeydi, tam o sırada, hızlı ayak sesleri işiterek şaşırdı, nefes nefese kalmış, kadınsı bir ses"nihayet!" dedi ve iki yumuşak, parfüm kokulu, kadın kolu, adamın ensesine dolandı, ılık bir yanak yanağına değdive aynı anda da bir öpücük hissetti, fakat birden öpücüğün sahibi hafif bir çığlık attı ve zıplayarak kendini geriye çekti, Raboviç de, az kalsın çığlık atacaktı ve telaşla,ışık sızan kapıya doğru koştu.
Balo salonuna geldiğinde kalbi öyle çarpıyor ve elleri o kadar titriyordu ki, arkasında saklamak zorunda kaldı. Başta, sanki bütün balo salonundakiler bir kadın tarafından öpüldüğünü ve kucaklandığını biliyorlar gibi geldi...olduğu yerde büzüldü ve çok sıkıldı, fakat sonra herkesin eskisi gibi konuşup, dansettiğini görünce, kendini hayatında daha önce hiç yaşamadığı bu yeni duyguya verdi. Ona çok tuhaf bir şey olmuştu, bu yeni,tatmadığı duygu baştan, ayağa onu sarıyordu, ensesine dolanan yumuşak kollar, yanağındaki bilinmeyen kişinin öpücüğü..dansetmek, konuşmak, bahçeye çıkmak ve kahkahayla gülmek istedi...utangaç, yaban kedisi bıyıklı, sıradan bir adam olduğu hakkındaki fikirlerini tamamen bırakmıştı,generalin karısı yanından geçerken, kadına öyle dostça gülümsedi ki, kadın ilgiyle ona baka kaldı. Raboviç,gözlüklerini düzelterek, kadına
-Evinizi çok beğendim dedi.
Generalin karısı gülümsedi ve evin babasından kaldığını söyledi,sonra Raboviç'e ailesinin hayatta olup olmadığını, uzun zamandan beri mi orduda olduğunu, niçin bu kadar zayıf olduğunu ve bunungibi pek çok şey sordu. Sorularına cevap aldıkça da, daha başka sorulara devam etti ve sonunda kadının gülümseyişi her zamankinden daha dostça olmuştu ve Radoviç harika insanların arasında olduğunu hissediyordu.
Yemekte,Raboviç, robot gibi, kendisine ikram edilen her şeyi yedi ve içti,kendisine ne olduğunu anlamaya çalıştı, yaşadığı macera esrarengiz ve romantikti ama açıklaması zor değildi, belli ki bir genç kız veya evli bir hanım, bir erkekle o karanlık odada buluşma ayarlamıştı, epey bekledikten sonra, sinirden ve heyecandan Raboviç'i beklediği kahramanla karıştırımıştı,Raboviç öpücüğü bu şekilde açıklıyordu kendisine.
Veçevresindeki kadınların yüzlerine bakarak "acaba hangisiydi?" diye düşünüyordu, genç biri olmalı çünkü yaşlı hanımlar randevu ayarlamazlar, bu hanımı parfümünden, sesinden ve elbisesinin ipeksi hışırtısından tanıyabileceğini düşünüyordu.
Gözleri leylaklı genç hanımda durdu, çok çekici olduğunu düşündü,güzel omuzları ve kolları, zeki bir yüzü, tatlı bir sesi vardı,Raboviç, ona bakarak esrarengiz kadının o olmasını diledi ama kadın biraz sahte gülümsüyordu ve burnu kırışınca daha yaşlı göründü gözüne ve siyah elbiseli kıza çevirdi gözlerini, odaha genç, sade ve içtendi, şarap kadehiyle zarif bir şekilde şarabını içiyordu, Raboviç şimdi de o kızın esrarengiz kadın olmasını umdu fakat sonra yüzünü fazla düz buldu ve gözleri diğer kadına takıldı..
Tahmin etmek güç diye düşündü, leylaklı kadının omuz ve kolları,bir ötekinin kaşları, Lobitko'nun solunda oturanın gözleri...kafasında hepsinin bir karışımını yaptı ve kendisini öpen genç kızı hayal etti ama masada öyle birisini göremedi.
Yemekten sonra yorgun subaylar teşekkür edip, kalkmaya başladılar,general ve eşi geceyi geçirmelerini teklif etmedikleri için tekrar özür diledi. Bu sefer general samimi bir şekilde 'sizleri tanıdığıma çok çok memnun oldum' dedi. (Çünkü insanlar misafirlerini uğurlarken daha içten, daha nazik olurlar) "Memnun oldum, yine buyrunuz", "Formaliteye gerek yok," "Yukarı yoldan mı gideceksiniz, yok,bahçeden doğru karşıya geçin, aşağı yol daha yakın" ...
Subaylar bahçeye çıktılar, parlak ışıklar ve müziğin gürültüsünden sonra bahçe çok karanlık ve sessiz görünüyordu, bahçe kapısına kadar sessizce yürüdüler hepsi azıcık çakırkeyif, mutlu, hoşduygular içindeydi, ve sessizlik onları bir anlığına düşünceye daldırdı, Raboviç dahil hepsi bir an bir gün kendilerinin de generalinki gibi böyle büyük bir evi, bahçesi olacak mı, sahte de olsa konuklar davet edip, onları yedirip,içirecekler miydi?
Bahçe kapısından da çıkınca, hepsi yüksek sesle gülüp konuşmaya başladılar, here inen küçük yol boyunca yürüyorlardı, salkım söğütler suya deyiyordu, karahlık bastı iyice, yol ve nehrin kıyısı zarzor seçiliyordu, karanlık suda yıldızlar aksediyordu, nehrin karşı kıyısı ise zifiri karanlıktı suyun hızlı hızlı aktığı seçiliyordu, karşı kıyıdaki mahmur çulluklar öttüler, bir çalılıkta bülbülün teki kalabalık subaylara aldırmadan şakıyordu, subaylar çalıların yanında durdular fakat bülbül şakımaya devam etti.
-Şuna bak, yanında durduk ama bizi takmadı bile hergele!
Sonunda yorgun argın tepeye tırmanıp, kilisenin meydanına, kamp yerinegeldiler, oturup sigaralarını yaktılar, nehrin karşı yakasında kızıl bir ateş gözüküyordu, uzun bir süre bunun bir kamp ateşimi, pencereden yansıyan ışık mı olup olmadığını tartıştılar,Raboviç de ışığa baktı ve ona sanki ışık öpücüğü biliyor da, kendisine göz kırpıyormuş gibi geldi.
Barakalarına geldiler, Raboviç çabucak soyunup yatağa yattı, Lobitko ve sakin,çok okumuş, kültürlü biri olan teğmen Merzilakov, yanında getirdiği gazeteyi okuyordu. O da Raboviç'le aynı barakada kalıyordu, Lobitko odada bir süre gezindi, sıkıntılıydı, sonra emirerine bira istetti, Mezilakov yatağına yattı, yanındaki mumu  yaktı ve gazetesini okumaya başladı, Raboviç, sigara dumanı kaplı tavana bakarak, "Kimdi o kadın?" diye düşünmeye başladı.
Ensesinde hala kadının nazik kollarını, dudağının kenarında nane kokulu öpücüğünün ürpertisini hissediyordu, gözlerinin önüne leylaklı kadın, siyah elbiseli kadın, broşlar, dansedenlerin görüntüleri geldi, gözlerini kapadı, hızlı ayak sesleri, ipek elbisenin hışırtısı ve öpücüğün sesi...neşeyle dolması...sonra emir erinin bira olmadığını söyleyen sesini duydu. Lobitko çok kızdı, bir aşağı, bir yukarı yürümeye başladı.
-Salak! Ne aptal adam yahu, bira yok diyor!
Gözlerini gazetesinden ayırmayan Merzilakov, "tabii ki buraya bira getirtemezsin" dedi.
-Öyle mi düşünüyorsun? Allah yardımcın olsun, ben olsam bu dakika hemen hem bira, hem de kadın bulurdum, gidip bulacağım da bulamazsam sahtekar olayım!
Bayağı oyalanarak, giyindi, çizmelerini giydi, sonra sessizce sigarasını bitirip, dışarı çıktı.
-Rabbek, Grabbek, Labbek! hepsinin canı cehenneme! Raboviç! Yürüyüş yapmak ister misin?
Cevapalamayınca, döndü, soyunda ve o da yatağına yattı, Merizakov iç geçirip, gazeteyi bıraktı ve mumu söndürdü. Lobitko'ysa karanlıkta bir sigara yaktı ve mmmm diye mırılandı.
Raboviç,yorganı başına çekti, kıvrıldı, kafasındaki hayalleri bütün haline getirmeye çalıştı fakat başaramadı, sonunda uykuya daldı son düşündüğü şey bir kadının onu okşadığı ve bunun onu çok mutlu ettiğiydi, aptalca- olağanüstü- ama eğlenceli, hoş-rüyasında bile bu duygulardan kurtulamadı.
Uyandığında,ensesindeki ürperti ve dudağındaki nane kokusu gitmişti ama kalbi hala akşamki kadar çoşku doluydu, neşeyle güneş ışığıyla parlayan pencerenin pervazına baktı, caddeden geçenlerin seslerini dinledi, pencere yakınındaki insanlar yüksek sesle konuşuyorlardı,Raboviç'in bataryasının komutanı Lebedetski, çavuşuyla bağırmaya alışkın, yüksek sesle konuşuyordu.
-Daha başka neler var?
-Efendim, dün içki içme yarışı yaptılar, biri güvercinin ayağına çivi çakmış, veteriner alçı ve sirke yaptı, şimdi açıyorlar..Artemiyev de sarhoş oldu, teğmen, onu yedek silahların durduğu at arabasına koymamızı emretti."
Çavuş,Karpov'un trompetlerin yeni kordonlarını ve çadır halkalarını unuttuğunu, subayların dün akşamı general Rabbek'i ziyaret ettiğini rapor etti.
Konuşmanın ortasında, kızıl sakallı Lebedetski, pencerede belirdi, miyop gözleriyle subayların uykulu yüzlerine baktı ve günaydın dedi.
-Her şey yolunda mı?
Lobitko esneyerek,
-Atlardan birinin boynu yeni yular yüzünden çok sancıyor...
Komutanları,iç geçirdi, bir an düşündü ve yüksek sesle
-Galiba Aleksandra Yevgrafovna'yı görmem gerekecek, hoşçakalın,akşama size yetişirim.
Onbeş dakika sonra, askerler yola çıktı, tahıl ambarlarının yanından geçerken, Raboviç, sağ taraftaki eve baktı, tüm pancurlar kapalıydı, belli ki ev halkı hala uykudaydı, önceki akşam kendisini öpen kadın da uyuyor olmalıydı, kadını uyurken hayal etti, büyük açık pencereler, sabahın taze leylak, gül, kavak kokuları, yeşil ağaç dalları, bir yatak, sandalye ve üzerinde dünkü ipek elbise, minik terlikler, masanın üzerinde küçük bir saat, hepsini gözünün önüne getirdi, fakat kadının yüzünün hatları, tatlı mahmur gülüşü sanki elinden kayıp düşen porselen bir tabak gibi yok oldu..bir kilometre at sürdükten sonra,arkasına baktı, sarı kilisle, ev, nehir, hepsi bir ışık banyosuna batmıştı, mavi gökyüzünün aksettiği, güneşin gümüşi parıltılarıyla, nehir çok güzeldi, Raboviç, sanki çok sevdiği bir yakınından ayrılıyormuş gibi hissetti.
Önündeki yoldaki uzun, ilginç olmayan, yabancı sıraya baktı, solunda,sağında buğday ve başak tarlaları uzanıyordu, askerlerin başları, yüzleri ve sırtları toz, toprak içindeydi, kimi şarkı söylüyor, kimi atların üzerinde trompetleriyle birlikteydi, kimileri de sanki bir cenaze alayındaki meşale taşıyıcalarına benziyordu
Raboviç,beşinci bataryadaydı, önünde dört batarya gidiyordu, başkası için bu manzara tuhaf gözükebilirdi, tüm bölükte altı bataryavardı, atlılar muntazam atları kırbaçlıyor ve bazen bağırıyorlardı, nihayet, yorgun, argın bir çiftlik sahibinin malikanesinin yakınında durdular, Raboviç, çitin ardınabaktı, iki yanı ağaçlı, güzel bir yol vardı,gözlerinin önüne güzel yolda yürüyen kadınlar getirdi..
Osırada bir bağırış duyuldu: Subaylar dikkat! Sola dön..
Bölüğün generali, iki beyaz atın çektiği bir arabayla geliyordu,ikinci bataryanın yanında durdu, bağırarak kimsenin anlamadığı bir şeyler söyledi, Raboviç'in de aralarında olduğu birkaç subay dört nala generalin yanına gittiler.
General,kızarmış gözlerini kırparak,
-Aranızda hasta olan var mı? diye sordu.
Zayıf bir adam olan General, yanıtını aldı, bir an düşündü ve subaylardan birine doğru,
-Üçüncü bataryanın sürücülerinden biri, 'ayak koruyucusu' çıkartıp, topun ön kısmına asmış, cezalandırın onu.
Gözlerini Raboviç'e dikti ve devam etti.
-Ön askıların fazla uzun
Birkaç böyle sözden sonra General, Lobitko'ya baktı ve sırıttı.
- Teğmen bugün çok melankolik gözüküyorsun, Madam Lopuhov'u mu özledin? Ha, beyler teğmen Madam'ı arıyor...
Bahsettiği kadın kırkını aşmış, uzun boylu bir kadındı, subaylar saygılı saygılı gülümsediler, general çok komik bir şey söylemiş olmaktan dolayı memnun, güldü, emirerinin sırtını sıvazladı, araba ardında bir toz bulutu oluşturarak, yoluna devam etti. Raboviç, içinden " Tüm bu olanlar bana ne kadar yabancı, general bir zamanlar aşıktı ve şimdi evlendi, çocukları oldu, yüzbaşı Vahder de öyle, Salmanov Tatar ve kaba saba ama onun bile sevdiği var...ergeç bir gün benim de bir aşkım olacak...
Kendisi de sıradan bir insandı, hayatı aleladeydi, bu hoşuna gitti ve ona cesaret verdi, o kadını ve kendisini hayal etti.
Akşam,kamp yerine vardılar, subaylar çadırlarında dinleniyorlardı,Raboviç, Merziyakov ve Lobitko bir küçük bir sandığın üzerinde akşam yemeği yiyorlardı, Merziyakov dizlerine koyduğu gazetesini okumak için sabırsızlandığından hızlı hızlı yiyordu,Raboviç bütün gün hayal kurduğundan kafası allakbullaktı,içti, konuşmadı, üç kadehten sonra çakırkeyif oldu hislerini yoldaşlarına anlatmak için karşı konulmaz bir arzu duydu.
Sesine değişik, umursamaz bir hava vererek
-Von Rabbek'lerde başıma tuhaf bir şey geldi, hani bilardo odasına gitmiştim...
Herşeyi, öpücüğü ayrıntılarıyla anlattı, anlatmasının ne kadar kısa sürmesine kendi de şaştı, halbuki sabaha kadar anlatacakmış gibi geliyordu...
Çok yalancı biri olan Lobitko, ona hiç inanmadı, şüpheyle baktı ve güldü, Merziyakov alnını büzdü, gözlerini gazetesinden ayırmadan,
-Tuhaf şey, ne acayip...adamın adını söylemeden boynuna atılıyor!İsterik biri olmalı..
Raboviç,evet öyle olmalı diyerek arkadaşının fikrine katıldı.
Lobitko,benzer bir şey bir kez benim de başıma gelmişti dedi, yüzüne korkmuş bir ifade vererek anlatmaya başladı, "geçen yıl Kovno'ya gidiyordum, 2.sınıf bilet aldım, tren kalabalıktı,uyumak imkansızdı, kondoktöre yarım ruble verdim, bavulumu aldı ve beni başka bir kompartmana koydu, uzandım, üstümü örttüm,karanlıkta birden birisi omuzuma dokundu, baktım bir dirsek,gözlerimi açtım, bir kadındı, kara gözlü, kırmızı dudaklı,dolgun göğüslü, burun delikleri ihtirasla açılıp kapanıyordu...
-Göğsünü anladık da karanlıkta dudaklarının kırmızı olduğunu nasıl gördün?
Lobitkobuna gülmeye başladı, Raboviç ise bozuldu ve yatağına gitti,bir daha hiçbir sırrını anlatmamaya yemin etti.
Kamp hayatı başladı, günler birbirinin aynı geçiyordu, tüm bugünler boyunca Raboviç sanki aşıkmış gibi hissetti, davrandı,düşündü.
Akşamları arkadaşları aşk ve kadınlar hakkında konuşurlarken, onları dinledi ve kendisinin de katıldığı bir savaş anlatılıyormuş gibiydi, uykusuz gecelerdeyse çocukluğu, annesi, babası, yakın olan herkesi, tuhaf atı, Von Rabbek'i, İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen karısını, karanlık odayı....düşündü
Ağustos'un otuzbirinde sadece iki bataryayla, Raboviç tekrar ilk kamp yerine dönmek üzere yola çıktı, yol boyunca hayal kurdu, çok heyecanlıydı, her şeyi yeniden görmek için can atıyordu, acaba o kadını tekrar görebilecek miydi? görse ne konuşurdu? Ya da enkötüsü ya hiç karşılaşmazlarsa...
Akşama doğru ufukta kilise ve beyaz tahıl ambarları gözüktü, her saniye atıyla bir adamın gelip, subayları çaya davet etmesini bekledi ama kimse gelmedi..subaylar bir an önce köye varmak içinacele ediyorlardı.
Raboviç,Von Rabbek köyülülerden geldiğimizi duyacak ve bizi davet edecektir diye düşündü, arkadaşlarının mumları yakıp,semaverlere su koymalarına anlam veremiyordu..uzandı, mesajcıyı bekledi ama gelen giden yoktu..
Sonunda dayanamadı, dışarı çıktı, kiliseye doğru yürüdü, üç asker onu görünce ayağa kalkıp selam verdi, Raboviç de selamlarını aldı, patikaya saptı, nehrin karşı kıyısında gökyüzü kıpkırmızıydı, ay çıkmıştı, iki köylü kadın mutfakta kıvırcık lahana vs. topluyordu, her şey Mayıs'taki gibiydi, salkım söğütler de ama cesur bülbül şakımıyordu, ve taze çimen, kavak kokusu yoktu..
Raboviç,bahçeye geldi, kapıya baktı, bahçe karanlık ve sessizdi, sadece ağaçları ve yolun birazını görebildi, hiç ses yoktu, tekrar nehir kıyısına indi, ev halkına ait çarşaflar iplerde kuruyordu, Raboviç onlara dokundu, soğuk ve katıydılar..
-Ne aptallık! Ne aptallık! ...diye düşündü, Von Rabbek'in mesajcısı gelmeyecekti, başkası sanarak kendisini öpen o kızı bir daha göremeyecekti..nehre bakarak, tüm dünyanın anlamsız olduğunu düşünüyordu, her şey ona boş geliyordu..
Tekrar geri döndü, fakat çadıra vardığında arkadaşlarını bulamadı,emireri atlı bir mesajcının gelip, general Von Rabbek'in subayları çaya davet ettiğini ve oraya gittiklerini söyledi.
Raboviç'in içini çoşkun bir neşe kapladı..ama bu neşe derhal yok oldu,yatağına gitti ve kaderine lanet etti, o kızgınlıkla generalin evine gitmedi

Yazan: ANTON ÇEHOV
Çeviren: Müjde Dural

2 yorum:

  1. Müjde'ciğim müthişsin canım arkadaşım...Emeklerine sağlık;can dostumun yaptığı çeviriyi büyük bir mutlulukla okudum,teşekkürler.Selamlar.

    YanıtlaSil
  2. hay allah ya.. ne şans.. aylarca düşün hayalini kur,görmeyi arzu et, en önemli anda doğru yerde olama :))) güzel çeviri için teşekkürler...

    YanıtlaSil