ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

11 Haziran 2012 Pazartesi

GİTTİĞİMİZ YOLLAR - O'HENRY

'Sunset Ekspresi, Tucson'un 20 mil batısında su almak için su deposunun yanında durdu. Meşhur tren, lokomotifi için ilave suyun yanısıra, pek hayra olmayacak şeyler de aldı.
Ateşçi, hortumu aşağı uzatırken, Bob Tidball, 'köpekbalığı' lakaplı Dodson ve çeyrek Kızılderili melezi olan John Big Don denen adam lokomotife tırmanıp, makiniste ellerindeki namluları gösterdiler. Silahlarla yapabilecekleri makinisti o kadar etkiledi ki, ellerini yukarı kaldırıp " amanın!" diye bağırdı.
Saldırganların elebaşı olan Dodson'un emriyle, makinist trenden atlayıp, yolcu vagonuyla lokomotifi birbirinden ayırdı. Sonra John Big Don, kömürlerin üzerine tüneyip, çevik bir şekilde iki silahı makinist ve ateşçiye doğrulttu ve lokomotifi 50 kilometre ileri götürüp orada emirleri beklemelerini söyledi.
Shark Dodson ve Bob Tidball, yolcular gibi değersiz mineralleri öğütmeye tenezzül etmeyip, trenin zengin kasasına saldırdılar, postacı sakin sakin trende sudan başka değerli hiçbir şey olmadığını söylese de, Bob altı patlarının kabzasını postacının kafasına vurarak bu fikri adamın kafasından attı, Köpekbalığı Dodson ise çoktan kasaya dinamitleri tıkıştırmıştı.
Kasadan 30.000 dolarlık altın ve para döküldü, yolcular patlama ve toz bulutunu görmek için camlara üşüştüler, kondöktör imdat frenini çekti ama kol gevşemişti ve adama itaat etmiyordu. Dodson ve Bob Tirball kot çantadaki ganimetle trenden atladılar ve yüksek ökçeli çizmeleriyle şaşkın şaşkın lokomotife doğru koştular.
Somurtkan ama akıllı makinist emirlere göre lokomotifi çalıştırdı ve ana trenden uzaklaştı. Fakat uzaklaşmadan önce Bob'un bayıltarak ikna ettiği postacı kendine geldi ve Winchester tüfeğiyle vagondan atlayarak bu oyuna dahil oldu. Kömürlerin üzerinde oturan Bay John Big Dog, yanlış hedefe ateş edince, postacının oyununa geldi, kızılderili dolandırıcı kürek kemiklerinin ortasında bir kurşunla yere yuvarlandı ve yardakçılarının ganimetten alacağı payı her birine altıda bir olarak çoğalttı.
Su deposunun on km. ilerisinde makiniste durması söylendi.
Soyguncular küstahca el salladılar ve hızla demir yolu boyunca dizilen büyük ağaçların arasındaki dik yokuşa tırmanmaya başladılar, ağaçlara bağlanmış üç atın beklediği açık bir koruya vardılar. Atlardan biri , bir daha ne gündüz, ne de gece ata binemeyecek olan kızılderiliyi bekliyordu, soyguncular bu atın eğerini, heybesini alıp serbest bıraktılar. Çantayı eğere koyarak diğer atlara binip hızla yola koyuldular, ormandan ıssız bir vadiye geldiler. Burada Bob Tidbal'ı taşıyan at yosuna basıp kayarak ön ayağını kırdı. Atı hemen başından vurdular ve kaçış planı yapmak için oturdular. Aldıkları dolambaçlı yol sayesinde şimdilik güvendeydiler, zaman çok büyük bir sorun değildi. Takibe çıkacak en hızlı adamlar için bile mesafeyi epey aşmışlardı. Dodson'un atı eğeri üzerinden çıkartılmış ve üzengisi serbest halde, vadi boyundaki dere kenarında memnunlukla otluyordu. Bob Tidball heybeyi açtı ve avuç avuç paralarla, bir torba altını çıkartıp çocuk gibi kıkırdadı.
Keyifle Dodson'a “ sen var ya sen, ne yaman haydutsun, yaparız demiştin, Arizona'da soyamayacağın kimse olmaz senin!”
“ Sana at nerden bulacağız Bob? Burada fazla kalamayız, gün doğmadan peşimize düşerler”
“ Ah sanırım bir süre senin at ikimizi birden taşıyacak, karşımıza çıkan ilk atı alırız, valla iyi iş becerdik değil mi? Paraların üzerindeki işarete bakarsak 30.000 dolar var, adam başı 15.000 Dolar!”
Dodson çizmesinin burnuyla tomarları hafifçe itelerken, “umduğumdan daha az” dedi ve yorgun atının terli sırtına baktı.
Yavaşça “ Yaşlı Bolivar, bayağı yoruldu keşke senin at ayağını kırmasaydı”
Bob canı gönülden “Keşke” dedi. “ Ama yapacak bir şey yok, Bolivar güçlü bir attır bizi dağlara kadar götürebilir, baksana senin gibi doğulu birinin biz batılılara soygun işini öğrettiğini düşününce gülmeden edemiyorum. Sen doğunun neresindensin?”
Bir taşın üzerine oturmuş ve ağaç sürgünü çiğneyen Dodson, “New York” dedi. “Ulster'de bir çiftlikte doğdum, onyedisinde evden kaçtım, aslında batıya gelişim tesadüfen oldu, giysilerimi bir çıkına tıkmış New York'a yola koyulmuştum, oraya gidip para kazanacaktım, hep yapacağımı hissediyordum, bir akşam bir yol ağzına geldim, ne yöne gideceğimi bilmiyordum, yarım saat düşündüm sonunda sola saptım, o gece küçük kasabaları dolaşan bir Vahşi Batı kumpanya grubuna rastladım ve batıda kaldım. Öteki yola sapsaydım ne olurdu diye hep merak ederim”
Bob bilgece ve keyifle “Ah sanırım farklı olmazdı, gittiğimiz yolların önemi yok, içimizdeki yolun bizi nereye götüreceği önemli”
Köpek Balığı Dodson ayağa kalkıp, bir ağaca yaslandı.
“Senin atın ayağı kırılmasaydı daha iyi olacaktı”
“Aynen, çok iyi bir attı ama Bolivar da bizi götürebilir. Baksana yola koyulsak iyi olur diyorum, ne dersin? Atı eğerliyorum daha yükseğe tırmanmalıyız”
Bob Tidball ganimeti tekrar heybenin içine koyup, ağzını sıkıca iple bağladı. Kafasını kaldırdığında gördüğü ilk şey Dodson'un 45'liğinin namlusunun ağzı oldu.
Bob sırıtarak “şakanın sırası değil, lafa dalacağız ” dedi.
“ Lafa dalmayacaksın Bob, bunu söylemekten nefret ediyorum Bob ama sadece birimizin şansı var, Bolivar çok yorgun ikimizi birden taşıyamaz”
Bob yavaşça “Senle ben üç yıllık arkadaşız, birlikte kaç kez ölümden döndük, sana hep elimi uzattım ve seni erkek sanmıştım, senin hakkında bir, iki kişiyi tuhaf şekilde öldürdü demişlerdi ama ben inanmamıştım, bak eğer şaka yapıyorsan lütfen silahını indir ve hemen Bolivar'a binip gidelim, ateş edeceksen de et seni çiyanoğlu çiyan”
Dodson'un yüzünde üzgün bir ifade vardı, “ atının ayağı kırıldığı için ne kadar üzüldüm bilemezsin” dedi.
Dodson'un yüzündeki ifade bir anda soğuk, gaddarlıkla karışık çetin bir vahşete dönüştü. O anda itibarlı bir iş yerinin penceresinden bakan şeytan ruhlu biriydi.
Bob Tiball gerçekten de bir daha lafa dalmayacaktı. Sahte dostunun ölümcül 45'liği öyle bir patladı ki, vadi yankılandı ve her şeyden bihaber yardakçı olan Bolivar, Sunset Ekspresi'nin kalan tek soyguncusunu iki kişi taşıma zahmetinden kurtararak hızla yola koyuldu.
Fakat 'köpekbalığı' Dodson dörtnala kaçarken, ağaçlar gözünün önünden yavaşça kayboldu; sağ elindeki tabanca maun bir koltuğun koluna dönüştü; altındaki eğer tuhaf bir şekilde koltuk oldu ve gözlerini açtı ve ayaklarına baktı, üzengide değildi, meşe masanın kenarına yaslamış dinleniyordu.

Diyorum ki, Dodson&Decker firmasından Dodson, şu Wall Street borsacısı, gözlerini açtı. Sadık kahyası Peabody, masanın yanında ayakta durmuş, konuşup konuşmamakta tereddüt ediyordu. Aşağıda çark sesleri ve elektrikli vantilatörün uyku getiren vızıltısı geliyordu.
Dodson gözünü kırparak “ehem, uyuya kalmışım Peabody, çok tuhaf bir rüya gördüm, ne vardı?” dedi.
“ Efendim Tracy&Williams'ın sahibi Bay Williams dışarıda bekliyor. X.Y.Z işiyle ilgili konuşmak için gelmiş. Hisselerini satmak istiyordu hatırlarsanız.”
“Evet hatırladım, bugün X Y Z hisseleri ne durumda?”
“ Yüz seksen beş efendim”
“ O halde fiyat bu”
Peabody oldukça asabi bir şekilde “ lafa karıştığım için özür dilerim efendim, Williams'la konuşuyordum sizin eski dostunuz bay Dodson ve sizin de pratikte XYZ'de kontrolünüz var, size hisseleri 98'e sattığını hatırlamamış olabilirsiniz diye düşündüm, eğer pazar fiyatına satarsa sahip olduğu her şeyi kaybedecek, evini bile”
Dodson'un yüzündeki ifade bir anda soğuk gaddarlıkla karışık çetin bir vahşete dönüştü. O anda itibarlı bir iş yerinin penceresinden bakan şeytan ruhlu biriydi.
“ Yüz seksen beşe razı olacak, Bolivar ikimizi birden taşıyamaz”
YAZAN: O'HENRY
Çeviri: Müjde Dural

1 yorum:

  1. Size ne kadar teşekkür etsem azdır... Bu kadar kısa sürede bir hayli uğraştınız... Elleriniz dert görmesin... En önemlisi günümüzde pek kalmadı aslında ama insanlığınız dert görmesin...

    Bir süredir "Bolivar iki kişiyi çekemez" ifadesi üzerine kafa yoruyordum ve bu hikayeyi okumak istiyordum, sayenizde bunu gerçekleştirebildim...
    Sağolun, ellerinize sağlık, yüzünüzden gülücükler eksik olmasın...

    YanıtlaSil