ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

27 Ocak 2012 Cuma

BEN UYURKEN, AY BOĞULUYOR (The MOON IS DROWNING WHILE I SLEEP) - CHARLES de LINT


“Eğer zihnini yeterince açık tutarsan insanlar içine bir sürü gereksiz şey doldururlar”
William A. Orton
1

BİR ZAMANLAR NE VARSA O VARDI VE eğer hiçbir şey olmasaydı, anlatacak hiçbir şey de olmayacaktı.

2

RÜYALARIN gerçek olmayı İSTEDİĞİNİ BANA SÖYLEYEN BABAMDI.
Demiş ti ki: “ sen uyanmaya başlarken, onlar bekleyip sen fark etmeden, uyanan dünyanın içine girerler. Çok güçlü rüyalar bunu yapabilir, bunlar uzun bir süre, yarım gün kadar sürebilir, daha uzun süre değil diye de ekledi.
Babama, bunu yapabilen bir rüya olup olmadığını sordum. Biz uyurken, bilinçaltımızdaki kişilerden birisi düşler dünyasından, bu dünyaya gelip, kaderi yenip,gerçeğe dönüştürmüş müydü?
Babam en azından bir tane bildiğini söyledi.

Babam, annemi hatırlamama sebep olan dalgın bakışlarla baktı. Ne zaman annemden söz etse ki, fazla söz etmezdi, bu şekilde bakardı.
Babamın annemle ilgili yeni, küçük bir anı anlatacağını umarak, “kimdi o?” diye sordum.Tanıdığım biri mi?
Fakat sadece başını salladı, sen doğmadan uzun yıllar önce oldu. Bana gerçek değil dedi.Neredeyse kendi kendisiyle konuşur gibi ekledi: “Fakat o kadının rüyasında ne gördüğünü hep merak ettim”
Bu uzun zaman önceydi ve babamın bunu öğrenip öğrenmediğini bilmiyorum. Fakat son zamanlarda bu konuyu merak ediyorum. Belki rüya görmüyorlar, sanırım görseler,rüyalar ülkesine geri dönerlerdi.
Ve biz dikkatli olmazsak, onlar bizi de çekip alıp, yanlarında götürürler.
3
SOPHIE Etoiele, lafa başlamak için değil de, daha ziyade bir gözlem olarak ÇOK TUHAF RÜYALAR GÖRÜYORUM dedi.
O ve Jilly Coppercom, Lower Crowsea’s Market’in eski mahallindeki nehir kıyısındaki taş sete oturmuş, dostane bir sessizliğin keyfini çıkartıyorlardı. Set, küçük bir avlunun yanındaydı, üç yanı üç katlı, tuğla evlerle çevriliydi, çatı katlarından sarkan pencereler çatık kaşlı,iri gözlü insanları andırıyordu. Evler asırlık binalardı ve sanki konuşmaktan çok yorgun düşmüş ama birbirinin varlığından hoşnutluk duyan eski dostlar gibi yan yana yaslanmışlardı.
Örümcek ağı gibi avluyu ören Arnavut kaldırımlı sokaklar, küçük ithal arabaların park etmesi için bile çok dardı. Bunlar işlek caddelerden ziyade binaların çevresini dolaşan, kıvrılan, dönen arka sokaklardı.Bölge size tanıdıksa, yolunuzu ararken daha ufak avlular, gizli saklı özel bahçeler bulabilirsiniz.
Old Market’de Newford’daki her yerden daha fazla kedi vardır ve hava başka türlü kokar. Şehrin bellibaşlı caddelerinden sadece birkaç blok batıda olmasına rağmen, trafiği zarzor işitirsiniz ve kokusunu hiç alamazsınız.Ne egzos, ne atık, ne kötü hava. Old Market her zaman taze ekmek,lahana çorbası, kızarmış balık, gül ve en lezzetli turtalarda kullanılan mayhoş, keskin tatlı elma kokar.
Sophie ve Jilly, Kickhana Nehrine giden merdiven basamaklarına sırtlarını vermişlerdi. Arkalarındaki sokak lambasının ışığı ikisinin de saçlarına düşüp,aydınlatıyordu. Jilly’nin saçları kıvırcık, daha koyu ve açıktı, Sophie’ninkiyse lüle lüle ve kumraldı.
Lambanın kasvetli ışığında ikisinin küçük figürleri birbiriyle karıştırılabilirdi, ama ışık vurduğu zaman Jilly’nin bir Rackham tablosundaki perilerin zeki, canlı hatlara, Sophie’ninse, Rosetti veya Burne-Jones’un yorumladığı gibi yumuşak hatlara sahip olduğu görülebilirdi. İkisi de çuval pantolonlar, bol tişörtler, üzeri boya lekeli önlükler giydikleri halde, Sophie düzgün kılıklı görünüyor ama Jilly her zaman birazcık pejmürde meyilli olmaktan kurtulamıyor gibiydi. Saçlarında boya olan da bir tek oydu.
Jilly arkadaşına “ Ne tür rüyalar?” diye sordu.
Saat gecenin neredeyse dördüydü. Old Market’in dar sokakları dolaşan tuhaf kedi haricinde boş ve ıssız görünüyordu ve kediler isterlerse, hayal gibi, sessiz,görünmez varlıklar, bir fısıltı habercisi gibi olabilirler. İki kadın da Sophie’nin atölyesinde Jilly’nin kurallara bağlı,hoş tarzıyla, Sophie’nin yeni merakı olan serbest figürlü,parlak renklerini birleştirecek ortak bir resim işinde çalışıyorlardı. Bu deneyin işe yarayıp yaramayacağından ikisi de emin değildi fakat ikisi de bu işten muazzam zevk aldığından bu önemli değildi.
Sophie “şey, bu rüyalar dizi gibiler, aynı yerleri, aynı kişileri, aynı olayları görüyorsun sadece her gece hikaye daha ilerliyor” dedi.
Jilly kıza kıskanç bir nazar attı “Hep böyle bir rüya görmek istemişimdir, Christy görmüş. Bu tür rüyalara berrak rüyalar demişti sanıyorum.”
Sophie “ Bana sorarsan berraktan başka her şey, çok tuhaflar” dedi.
“ Hayır, hayır, rüyayı görürken,rüya gördüğünün farkında oluyorsun ve gördüğün rüyanda olanlar üzerinde bir çeşit kontrola sahip oluyorsun.”
Sophie güldü “Keşke yapabilsem”
4
RÜYAMDA BÜZGÜLÜ, UZUN BİR ETEKLİK GİYMİŞİM VE korsajı çok alçak kesimli köylü işi pamuklu bir blüzüm var. Neden bilmiyorum. Bu tür blüzlerden nefret ederim. Eğilirken düşecekmişim hissine kapılıyorum. Kesinlikle bir erkeğin tasarımı olmalı, Wendy zaman zaman bu tür şeyler giymeyi sever ama bana göre değil.
Çıplak ayakla yürümek de…özellikle burada…bir patikada duruyorum ama ayaklarımın altı çamurlu,parmaklarımın arasında balçıklar gıcırdıyor. Bir bakıma hoş ama sanki çamurların altından birisi bana sokuluyor ve ayağımı fırçalıyor gibi hissediyorum, bu yüzden yürümek istemiyorum ama durmak da istemiyorum.
Nereye bakarsam bakayım hep bataklık.Everglades’in tablolarında görülen İspanyol bataklıkları gibi, alçak, düz batak, çıtırdayan söğüt veya kızılağaç dalları, fakat burası kesinlikle Florida değil. Bir anlamı var mı bilmem ama daha çok İngiltere gibi.
Patikaya girersem dizlerime kadar çamura batacağımı biliyorum.
Uzakta, yolun sonunda cılız bir ışık gördüm. Karanlık bir yerde ışık görürsen seni nasıl çekerse,çağırırsa, ışık da beni cezbediyor. Fakat yıldızların ışığında parlayan durgun gölün veya derin çamura dalmak için cesur olmak istemiyorum.
Tümüyle çamur, sazlık, su kamışları, hasır otları ve bataklık yeşilliği, sadece eve,yatağıma dönmek istiyorum fakat uyanamıyorum. Hava da tuhaf bir koku var, durgun ve çürümüş su kokusu karışımı. Suya eğilmiş tuhaf ağaçların, gölgelerin altında korkunç bir şey olduğunu hissediyorum. Özellikle hasır otlarının ve su bitkilerinin gövdelerine dolandığı salkım söğütler..sanki her tarafta  beni gözetleyen gözler var..kurbağa benzeri, biçimsiz yaratıklar suyun üzerindeler sadece gözleri gözüküyor, cinler ve karanlık yaratıklar..
Birkaç metre önümde sazlıkların orada bir şeyin kımıldadığını gördüm, yüreğim ağzıma geldi. Ama yalnızca bir çeşit ağa yakalanmış bir kuş olduğunu görmek üzere birazcık ilerliyorum.
Hişt diyorum ve daha yakına gidiyorum.
Elimi ağın üzerine koyunca kuş çırpınıyor, parmaklarımı gagalamaya başlıyor ama ben kuş sonunda sakinleşene dek onunla yumuşak bir sesle konuşuyorum. Ağ,düğümlerle dolu ve kuşun canını yakmamak için çok acele edemiyorum.
Bir ses bırak kalsın dedi, döndümve yanı başımda yaşlı bir kadının durduğunu gördüm, nereden geldiğini bilmiyorum ama ayaklarımı her kaldırışımda o ürpertici çamur sesi çıkıyor, ama o kadının geldiğini hiç duymuyorum.
Jilly’nin Geordie için yaptığı ‘Kiln’deki Büyücü Kadın’ tablosundaki yaşlı büyücü,kocakarıya benziyor, Geordie’nin içinde ‘yaşlı cadı’kelimesi geçen keman nağmeleriyle kafayı bulduğu günlerdeydi…
“ Beni Öldürdün Yaşlı Büyücü”
“ Para ve büyücü kadın” ve Tanrı bilir daha kaç tane.
Kadın tıpkı resimdeki gibi minnacık,küçük, beli bükük ve kuru. Eski bir kitabın sayfaları gibi.Bitip tükenmiş gibi, saçları ince, vücudu ipince, fakat sonra gözlerine bakınca o kadar canlı ki, insan sersemliyor.
Kadın ona bu şekilde yardım edersen sadece üzülürsün dedi.
Kadına kuşu öyle bırakamayacağımı söyledim.
Uzun uzun bana baktı sonra omuzunu silkti, öyle olsun dedi.
Bir an bekledim ama söyleyeceği başka bir şey yok gibiydi ve ben de kuşu serbest bırakmak için geri döndüm. Fakat şimdi az önce karman çorman düğüm olan ağ,üzerine elimi koyar koymaz kendiliğinden çözülmüş gibiydi.Kuşu dikkatlice elime aldım ve ağdan çıkardım, havaya fırlattım. Bir, iki, üç kez öterek başımda döndü. Sonra uçup gitti.
Sonra, yaşlı kadın burası güvenli değil dedi.
Onu tamamen unutmuştum, patikaya geri döndüm, ayaklarım çamur kokuyordu.
Ne demek istiyorsun diye kadına sordum.
Kadın, Ay göğe çıkarken güvenliydi dedi. Karanlık yaratıklar ayın parlaklığını ve güzelliğini sevmezler ve Ay ışımaya başlayınca birbirlerine çarparak kaçarlar. Fakat şimdi cesurlar, ona tuzak kurdular ve hapsettiler.Ve kimse güvende değil, ne sen, ne de ben, en iyisi gitmek.
Yankı yapar gibi tekrarladım, onu hapsettiler. Ayı mı?
Kadın başını salladı.
Nerede?
Kadın daha önce gördüğüm ışığı işaret etti.
Onu Black Snag’ın altında boğdular.Sana göstereyim.
Ben ne olduğunu anlamadan elimi tuttu ve beni sazların, ağaçların arasına doğru çekti, çıplak ayaklarımın altında çamurlar korkunç bir şekilde gıcırdıyordu,fakat bu onun canını sıkmıyor gibiydi. Bir parça durgun suyun kenarına gelince durdu.
Şimdi seyret dedi.
Önlüğünün cebinden bir şey aldı ve suya attı. Bu küçük bir taştı, çakıl taşı veya benzer bir şey ve taş suya düşerken hiç ses çıkarmadı, su sıçratmadı. Sonra su parlamaya başladı ve cılız ışıkta bir resim belirdi. Sanki kuş bakışı bakıyor gibiydik, sonra cansız bir söğüt kütüğünün yanında büyük, durgun gölün kenarında esas şey belirdi, nasıl bildiğimi bilmiyorum çünkü ışık hala çok cılızdı, fakat onun ışığının çevresindeki bataklık siyahtı, sudan dışarı çıkan soluk, ışığı neredeyse yutuyor gibiydi.
Yaşlı kadın boğuluyor, Ay boğuluyor dedi.
Suyun yüzeyinde beliren şekle baktım,orada yüzen bir kadın gördüm. Saçları nilüferler gibi su üzerine yayılmış yüzüyordu. Gövdesinin üzerinde kocaman bir taş vardı bu yüzden sadece göğsünden yukarısı gözüküyordu.Kolları biraz eğilmişti, kuğu gibi zarif fakat o kadar uzun olmayan boynu inceydi. Yüzü uykudaymış gibiydi fakat suyun altındaydı bu yüzden ölmüş olduğunu biliyordum.
Kadın bana benziyordu.
Yaşlı kadına döndüm ama bir şey söyleyemeden etrafımızda bir hareket oldu, Ağaçlardan, durgun ve pis sulardan kara gölgeler kımıldamaya başlayarak çıktılar,gözleri tehditkarca parlıyordu. Yaşlı kadın beni yola doğru çekti.
çabuk uyan diye bağırdı.
Kolumu sertçe çimdikledi, gerçekten canım yandı, ve sonunda kendimi yatağımda buldum.
5
Jilly, kadının seni çimdiklediği YERDE MORARMA OLDU MU diye sordu.
Sophie, gülümseyerek başını hayır anlamında salladı, İnan Jilly. Başka kim her durumdan bir sihir çıkartır?

Kız “tabii ki hayır, sadece bir rüyaydı” dedi.
“Ama…”
Sophie “Bekle” dedi. “Dahası var”
6
ERTESİ GECE PENCEREMİN YANINDA AYAKTA DURUYORUM, sokağa bakıyorum ki, arkamda bir ses işitiyorum.Dönünce artık burasının benim apartmanım olmadığını görüyorum. Eski bir ahıra benziyor, duvarın yanında büyük bir saman yığını var. Alçak kirişten bir yanan bir fener sallanıyor, havada tozlu ama hoş bir koku var, ağılın öbür ucundan bir inek ya da atın çıkardığı ses geliyor.
Ve fenerin ışığında bir adam duruyor. Benden 5 metre kadar uzakta. Hiçbir şey yapmıyor sadece bana bakıyor. Çok yakışıklı, ne çok zayıf, ne de çok kaslı.Gülümseyen, dostça bir yüzü ve insanı öldüren uzun kirpikli,menekşe rengi gözleri var. Saçları gür ve koyu renkli, arkası uzun, alnına düşmüş inatçı bir tutam saçı düzeltip arkaya atmak istiyorum.
Affedersin, seni korkutmak istemedim diyor.
Ben de ona önemli değil diyorum.
Ve sanırım tüm bu olan bitenlere alışıyorum.
Gülümsüyor ve “adım Jeck Crow”diyor.
Neden bilmiyorum ama aniden dizlerimin dermanı kalmıyor, kimi kandırıyorum nedenini bal gibi biliyorum.
Adam burada ne yapıyorsun diye soruyor.
Evimde oturmuş Ay’ı seyrettiğimi söylüyorum ama sonra birkaç gece önce seyrettiğim olayı hatırlıyorum, onu bu gece izleyemeyeceğim.
Adam başını sallıyor, “boğuluyor” diyor. Ve geçen akşamki yaşlı kadını hatırlıyorum.
Pencereden bakınca uzakta bataklıkları görüyorum. Karanlık ve tüyler ürpertici ve geçen akşam gördüğüm gibi gölde boğulmakta olan kadının ışığını göremiyorum. Ürperiyorum ve Jeck ilgiyle yanıma geliyor.Destekleyici kirişlerden birinde asılı duran bir battaniye alıp omzuma atıyor. Kolu omzumda duruyor ve bu hareketine kızmıyorum.Sanki yıllardır birlikteymişiz gibi ona yaslanıyorum. Çok tuhaf.Aynı anda hem uykum geliyor, hem güvendeyim hem de inanılmaz bir şekilde duygularım canlanıyor.
Jeck benimle birlikte pencereden bakıyor, kalçası kalçama değiyor, omzuma dolanan kolu rahatlık veriyor ve vücudu beni ısıtıyordu.
“ Onun (Ay’ın) her gece ışığı neredeyse bitene kadar bitkin düşüp yürüdüğü söylenir”dedi. Sonra, periler ülkesine gitmez üzere dünyayı terk eder.Böyle söylenir ya da en azından, yeniden doğuşu için karanlığın bataklıkları ve gölleri saklamadığı bir yere gider. Şeytan geceye sahip olduğu zaman üç gece beklerdik fakat sonra onun fenerinin ışığının yaklaştığını görürdük ve ruhlar onun ışığını serbest bırakırdı.
Başını başıma dayadı sesi teskin ediciydi.
Bir keresinde annemin bana Ay’ın bu üç gün boyunca nasıl başka bir yaşam sürdüğünü anlattığını hatırlıyorum. Periler ülkesinde zamanın nasıl farklı geçtiğini,bizim bir günümüzün onların bir ayına denk gelebileceğinianlattı. Sustu ve ekledi, onu bu öteki dünyada özlüyorlar mıdırmerak ediyorum.
Ne diyeceğimi bilmiyordum fakat sonrabir şey söylemek zorunda olmadığım bir konuşma olduğunu farkettim.
Bana döndü, birbirimizin gözlerininiçine bakana kadar başını eğdi, menekşe mavisinin içindekayboldum ve birden kendimi onun kollarında, öpüşürken buldum.Saman yığının üzerine kaykılırken tatlı adımlarla banarehberlik ediyordu, üzerimizdeki battaniyenin altına girdik, uzunetek ve köylü işi bluzü giydiğime memnunum çünkü kolayçıktılar. Elleri ve ağzı çok nazik, sanki cildimi gıdıklayanpervane kanatları gibi. Bana ne yaptığını nasıl anlatacağımı bilemiyorum, başka sevgililerimin yaptıklarından başka bir şey değil ama Jeck öyle ki, tüm bacaklarımın arasından başlayarak,tüm vücudumu, sinir uçlarımı ateş basıyor, yanıyor. İnleyen sesler çıkardığımı duyuyordum ve sonra Jeck içimdeydi,nefesini kulağımda hissediyordum. Duyduğum ve tattığım her şey oydu. Mükemmel bir ritm içindeydik ve sonra kendimi yatakta buldum.Her yanım çarşafa dolaşmıştı ve elim bacağımın arasında, parmaklarım doğru noktadaydı.
7
Bir an sonra Jilly “çok erotik”dedi.
Sophie utangaç utangaç gülümsedi.Ne diyorsun düşündükçe kıvranıyorum ve o gece uyandıktan sonra bile o kadar ateşliydim ki, doğru dürüst düşünemiyordum,yaptığıma devam ettim sonra kıpırdaman yattım oturdum.
Jilly “ Jack Crow diye birini tanıyorsun, değil mi?” diye sordu.
“ Evet, Palm Street’de dövme dükkanı olan adam, onunla birkaç kez çıkmıştık. – Sophie omzunu silkti- bilirsin yürümedi.
Evet, bana onun tüm istediği şeyin senin vücuduna dövme yapmak olduğunu söylemiştin.
Hatırlayan Sophie başını salladı.“Sadece özel bölgelere böylece sadece o ve ben nerede olduğunu bilecektik. ”
Kedi uyuyakalmış, vücudu Sophie’nin kucağına yayılmıştı, başını da midesine dayamıştı,derinden mırıldıyordu. Sophie piresinin olmamasını umdu.
“Fakat rüyamdaki adam Jack’e hiç benzemiyordu, ayrıca ismi Jeck’ di.”dedi.
“ Bu nasıl isim böyle?”
“ Rüya ismi”
“ Peki onu ertesi gece yine gördün mü?”
Sophie hayır anlamında başını salladı, “ fakat kendi açımdan ilgisiz olduğumdan değil”
8
ÜÇÜNCÜ GECE KENDİMİ ŞU TEK ODALI peri masallarındaki kulübelerden birinde buldum. Bilirsin her yerde kurutulmuş bitkiler asılıydı, içinde siyah bakır tencereler ve çaydanlık olan ve neredeyse kulübenin kendisi kadar büyük bir şömine, ayak altında kalın el işi halılar, bir köşede küçük,düzgün bir yatak, kapıya asılı bir pelerin, bir masa ve pancurlu pencerenin önünde iki sandalye.
Sandalyelerden birinde yaşlı kadın oturuyordu.
İşte buradasın, geçen akşam gelmeni ummuştum ama seni bulamadım dedi.
Jeck’le birlikte olduğumu söyledim,o zaman kaşlarını kaldırdı ama bir şey söylemedi.
Onu tanıyor musun diye sordum.
Çok iyi.
Onunla ilgili kötü bir şeyler mi duydun?
Jeck hakkında konuşmaktan bile birazcık ateş basıyor. Yaşlı kadın sonunda konuştu, Bildiğim kadarıyla hakkında kötü bir şey duymadım, güvenilir biri değildir.
Başımı salladım. Boğulan kadın için en az senin kadar üzülmüş görünüyor. Jack bana kadınla ilgili her şeyi anlattı, kadının periler ülkesine nasıl gittiğini.
Kadın asla periler ülkesine gitmedi.
Öyleyse nereye gitti?
Yaşlı kadın basını salladı.Kargalar çok konuşuyor dedi ve ben Jeck’in soyadı da karga anlamına geldiğinden, kadının kuşları mı yoksa bir sürü Jeck’i mi kastettiğini bilemedim. İkinciyi düşünmek tüylerimi ürpertti. Jeck’in yanında aklım başımdan gidiyordu, ondan bir sürü olursa herhalde eriyip biterdim.
Bu düşüncemden yaşlı kadına söz etmedim.
Kadın bize yardım edecek misin dedi
Yanına, masaya oturdum, neye yardım edeceğim?
Ay’a dedi.
Başımı salladım, anlamadım, gölde boğulan kadını mı kasdediyorsun?
Boğuldu ama ölmedi, henüz değil.
Bu durumu tartışmaya başlayacağım ama sonra nerede olduğumu hatırladım, bu bir rüya ve her şey olabilir, yalan mı?
Yaşlı kadın Ay’ın senin bataklığın büyüsünü bozmana ihtiyacı var dedi.
Ben mi Ama?
Yarın akşam ağzına bir taş ve eline fındık dalı alarak uyu. Belki kendini burada bulacaksın,belki de senin Crow’un yanında. Fakat dikkat et, tek kelime konuşma, tek kelime bile. Bir tabut bulana kadar bataklıkta yürü, tabutun üzerinde bir mum olacak, o zaman etrafına bak, sana dün gösterdiğim yeri göreceksin.
Kadın sustu.
Sonra ne yapmam gerekiyor diye sordum
Ne yapılması gerekiyorsa
Fakat-
Yaşlı kadın yorgunum dedi.
Bana el salladı ve kendimi yine yatağımda buldum.
9
JILLY “YA SONRA?”, “DEDİĞİNİ YAPTIN MI?” DİYE SORDU.
Sen olsan yapar mıydın?
Jilly “ hemen o anda” dedi. İyice Sophie’nin yanına sokulmak için duvara yanaştı ve arkadaşının yüzüne baktı. “Ay, yapmadım deme, tüm hikaye bu kadar deme!”
Sophie “ Tüm bunlar aptalca görünüyordu” dedi.
“Yo, lütfen”
“ Tamam, yaptım, her şey çok dolambaçlı, bilmece gibiydi. Bir rüya olduğunu biliyordum bu yüzden mantıklı olmak zorunda değildi ama rüyaların hepsinde öyle bir uyumluluk vardı ki, anlaşılmaz görünse de, sadece şey görünmüyordu….ah, bilmiyorum, sanırım doğru değil..”
“Ama yaptın değil mi?”
Sophie sonunda insafa geldi
“Evet” dedi.
10
AĞZIMDA DÜZGÜNCE, KÜÇÜK BİR TAŞLA YATAĞA YATTIM ve uyumakta çok zorlandım çünkü taşı yutup, boğulacağıma emindim. Ve elimde de fındık dalı vardı,hoş ikisinin de ne faydası olacağını bilmiyordum.
Jeck’in “fındık dalı seni bataklık ve yaratıklardan korumak için” dediğini duyuyorum, “ve taş da sana gerçek dünya ile düşler dünyası arasındaki farkı hatırlatmak için yoksa kaderin Ay’ınkiyle aynı olur!”
Çimenlik bir tümsekte oturuyoruz,yarı sert, yarı yumuşak bir yer, fakat ayakaltı hala yumuşak,merhaba demek istiyorum ama Jeck parmağını dudağımın üzerine koyuyor.
Granny Weather yaşlı ve çatlak bir kadın ama ayak başparmağında çoğumuzun bir ömür boyu anca bulabileceği kadar sihir var diyor.
Daha önce gerçekten onun sesini farketmemiştim, sesi kadife gibi yumuşak, düzgün ama kadınsı değil, kadınsı olmayacak kadar tok.
Ellerini omzuma koyuyor ve zevkten eriyorum, gözlerimi kapatıp yüzümü ona doğru kaldırıyorum ama o yüzüm arkasına gelecek şekilde beni döndürüyor, ellerini göğüslerimin üzerine kapatıyor ve ensemden öpüyor, tekrar ona yaslanıyorum ama dudaklarını kulağıma dokunduruyor.
Yumuşak bir sesle “bataklığa gitmelisin” diyor, sesi kulağımda çınlıyor.
Kollarından kurtulup ona dönüyorum,niye ben? Niye tek başıma gitmek zorundayım? Demek istiyorum ama tek söz edemeden, elini dudağımın üzerine koyuyor.
‘Granny Weather’a ve bana güven’diyor. Bunu yapıp yapmaman senin tercihin ama bu gece yapacaksan konuşmaman gerek, bataklığa gidip kadını bulmalısın. Seni kışkırtacak ve işkence edecekler, onları görmezden gelmelisin.Aksi halde seni de Black Snag’ın altında boğarlar.
Ona bakıyorum, ona ihtiyacım olduğunu gözlerimden anladığını biliyorum çünkü ben de onun menekşe rengi gözlerinin derinliklerinde aynısını görüyorum.
Yapabilirsem seni bekleyeceğim diyor.
Bu söylediği hoşuma gitmiyor fakat kendime tekrar bunun bir rüya olduğunu söylüyorum, bu yüzden başımı sallıyorum. Dönmek için hazırlanıyorum fakat son kez daha kucaklamak üzere beni durduruyor ve beni öpüyor. Sonunda gitmeden önce, sımsıcak bir telaşla kollarımız sımsıkı birbirine kenetlenip, dillerimiz birbirine değiyor.
Senin gücünü seviyorum diyor.
Gitmek istemiyorum, rüyanın kurallarını değiştirmek istiyorum fakat bunu yaparsam, tek bir şeyi değiştirirsem, her şeyin değişeceğini ve belki de bundan sonra ne olacaksa, Jeck bir daha var olmayacak.
Elimi kaldırıp yüzünün önündesallıyorum, beni yutmasını istediğim koyu menekşe gözlerini son bir kez içiyorum ve cesur olup, tekrar dönüyorum.
Ve bu kez bataklığa gidiyorum.
Sinirliyim ama sanırım bunu söylemeye gerek yok. Arkama bakıyorum ama Jeck’i göremiyorum. Gözetlendiğimi hissediyorum ama Jeck tarafından değil. Küçük fındık dalı elimde sımsıkı tutuyor ve ağzımdaki taşı bir o tarafa, bir bu tarafa kaydırıp duruyorum.
Kolay değil, tamamen çamura batmamak için her adımımı ölçüp biçmek zorundayım. Rüyalar hakkında söylenilen şeyleri düşünmeye başlıyorum, rüyanda ölünce gerçekten ölür ve tam zamanında uyanırsın. Sanırım uykusunda ölen insanlar hariç.
Öyle bataklıkta ne kadar yürüdüm bilmiyorum, kollarım ve bacaklarım minik çizikler ve kesiklerle dolu, cildine değene kadar kamış kenarının ne kadar keskin olduğunu asla bilemezsin. Kağıt kesiği gibi keskin, felaket canını yakıyor, beni sevindiren tek şey ise böcek olmaması.
Bataklıkta yaşayan benden başka kimsenin varlığı hissedilmiyor gibi, sadece tek başıma benim.Ama yalnız olmadığımı biliyorum. Sanki dilinin ucuna gelen bir sözcük gibi. Hiç kimseyi görmüyor, duymuyor ve hissetmiyorum ama gözetlendiğimi biliyorum.
Jeck’in ve Granny Weather’in karanlığın neleri sakladığını söylediklerini düşünüyorum.Cinler, yaratıklar ve ruhlar.
Bir süre sonra neredeyse orada ne yaptığımı unutuyorum. Sadece üzerimden gitmeyen bir korkuyla sendeleye sendeleye yürüyorum. Bataklık çiçeklerinin yaprakları soğuk, ıslak parmaklar gibi bacaklarıma sürtünüyor. Arada sırada kanat çırpışları veya inlemeler duyuyorum ama asla bir şey görmüyorum.
Tam tükenmek üzereydim ki, aniden söğüt ağacının altındaki büyük kayaya rastladım. Ağacın yapraksız, kuru dalları durgun suya değiyordu, ayak altı simsiyah çamurdu, bataklık burada daha da sessiz, bir şeyler bekler gibiydi, etrafımda bir şeyin, bir şeylerin yaklaştığı hissine kapılıyordum.
Kayanın öteki tarafına geçmek için çamurlarda yürüdüm ve daha avantajlı belli bir noktaya geldim.Bunun tuhaf, büyük bir tabut olduğunu görerek durdum ve GrannyWeather’ın bana söylediklerini hatırladım. Muma baktım ve söğüt ağacının kuru dallarının arasında, siyah taşın tepesinde küçük titrek bir alev gördüm. Bir ateş böceğinin ışığından daha fazla değildi ama sürekli yanıyordu.
Granny’nin söylediği şeyi yaparak etrafıma bakmaya başladım, önce hiçbir şey görmedim fakat yavaşça suya doğru dönünce, bir parlaklık yakaladım. Durdum vene yapacağımı düşündüm. Işığa yüzümü dönersem hala orada olur muydu?
Sonunda gözümü ondan ayırmadan ışığa doğru gittim, yaklaştıkça parlaklığı daha da artıyordu, belime kadar soğuk suya girmiştim, ayaklarım çamura batmıştı ve bu cılız, ürkütücü ışık çevremdeydi. Suya baktım ve orada yansıyan kendi yüzümü gördüm fakat sonra bunun kendi yüzüm olmadığını anladım. Bu boğulmakta olan kadındı,Ay’dı, taşın altına sıkışmıştı.
Fındık dalını blüzümün içine sokarak suya ulaştım, eğilmek zorundaydım, karanlık sular omzumu, çenemi yalıyor ve korkunç bir şekilde kokuyordu fakat sonunda kadının omzuna dokundum. Parmaklarımın altındaki teni sıcaktı ve bir şekilde bu beni cesaretlendirdi. Önce bir elimle,sonra ötekisiyle omzundan kavrayıp, çektim.
Kımıldamadı bile.
Biraz daha gayret ettim, suya biraz daha girdim, sonunda başımı suyun altına daldırdım ve kadını iyice tuttum ama yine kımıldamadı. Kaya kadını sımsıkı bastırıyor, söğüt ağacı da kayayı bastırıyordu ve rüya olsun olmasın ben de süper kadın değildim. Ancak bu kadar gücüm vardı ve nefes almak zorundaydım.
Tükürerek, tıkanarak pis suyun üzerine çıktım.
Ve sonra kahkahayı duydum.
Yukarı baktım ve gölün çevresinde o şeyleri gördüm, cinler, küçük yaratıklar, gözler, dişler,kara cılız ayaklar, çarpık çurpuk ve boğum boğum eller. Ağaç kargalarla dolu ve gaklamaları bu alaycı seslere ekleniyor.
Önce bir tane, derken ikinci, iki çift ses tekrar etti: Kadını kısık ateşte kaynatın.
Tirtir titredim sadece korkudan değil– ki korkuyordum ama kahrolası su da soğuktu. Yaratıklar gülüp duruyor, ürpertici kafiyeleri söylüyorlardı. Ve birdenbire hepsi sustular, ağacın dallarından salınarak üç şekil geldi.
Nereden çıktılar anlamadım, öyle aniden geldiler. Cinler, ruhlar, yaratıklar değil, üç adam ve üçü de tanıdık.
Bir tanesi “herhangi bir şey dile, senin olacak” dedi.
Bu Jeck, tanıdım. Jeck benimle konuşuyor ama sesi onun sesi değil. Fakat tıpkı ona benziyor. Üçü de ona benziyor.
Granny Weathers’ın Jeck’in güvenilir biri olmadığını söylediğini hatırlıyorum, fakat sonradan Jeck ona ve kendisine güvenmemi söylemişti. Bu üç Jeck’e bakarken artık ne düşüneceğimi bilemiyorum. Başıma ağrılar giriyor ve uyanabilmeyi istiyorum.
Jeck’lerden biri “sadece ne istediğini söyleyeceksin ve biz onu sana vereceğiz” diyor,aramızda düşmanlık yok, kadın boğuldu, öldü. Çok geç geldin onun için yapabileceğin bir şey yok. Ama kendin için bir şey yapabilirsin. Bırak da gönlünün istediği şeyi sana verelim.
Gönlümün istediği şeyi düşünüyorum.
Yine bunun bir rüya olduğunu kendime söylüyorum ama gerçek olsaydı ne isterdim diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum.
Suyun altındaki kadına bakıyorum ve aklıma babam geliyor. Annem hakkında konuşmayı hiç sevmezdi, bir keresinde “bir rüya gibiydi” demişti.
Ve belki de öyleydi. Bakışlarım suya gidiyor bana çok benzeyen kadının yüz hatlarını incelerken bir yandan da düşünüyorum. Belki o bu dünyada Ay’dı ve yeniden doğmak amacıyla bizimkine geldi fakat gitme vakti geldiğinde, beni ve babamı çok sevdiği için gitmek istemedi,Başka bir seçeneğinin olmaması dışında.
Bu yüzden döndüğü zaman beklendiği gibi güçlü değil, zayıftı çünkü çok kederliydi. Ve bu yüzden cinler ve yaratıkları onu tuzağa düşürdüler.
O zaman güldüm. Belime kadar kokan bu rüya suyuna girmiş ne yapıyordum, tam klasik terkedilmiş çocuk senaryosu. Hep bir karışıklığın olduğunu, gerçek anne babasının bir gün geleceğini ve onu her şeyin mutlu, mükemmel olduğu periler ülkesine götüreceğini düşünürler.
Annemin bizi bırakıp gitmesinden gerçekten suçluluk duyardım – bu farklı bir duyguydu, bir çocukken bu tür bir durumla karşılaşmanın yarattığı bir duygu. Kötü bir şey olunca sanki sizin suçunuzmuş gibi otomatik olarak suçluluk hissedersiniz. Fakat büyüdükçe bununla baş etmeyi öğrendim. İyi bir insan olduğumu ve bunun benim suçum olmadığını anladım. Babamın da iyi bir insan olduğunu bunun onun suçu da olmadığını anladım.
Annemin neden terk ettiğini hala merak ediyorum ama anladım ki, sebep ne olursa olsun, onlar annemle hesaplaşmalılar, bizimle değil. Tıpkı bunun bir rüya olduğunu bilmem ve boğulan kadını kendime benzeyebilmesi gibi ama bu benim ona yansıttığım bir şey. Ben onun benim annem olmasını istiyorum. Beni ve babamı terk etmesinin suçunun anneme ait olmadığını da bilmek istiyorum. Onu kurtarmak ve yeniden hepimizi bir araya getirmek istiyorum.
Ama bu olmayacak, rüyalar ve gerçekler bir araya gelmez.
Fakat yine de çok özendirici. Bu oyunu oynamak çok heveslendiriyor. Ruhların beni konuşturmak istediğini böylece beni de tuzağa düşüreceklerini biliyorum.Fakat bu benim rüyam. Yapmak zorunda olduğum tek şey ne istediğimi söylemek.
Ve sonra tüm bunların gerçek olduğunu anladım. Bu bataklıkta gerçekten zarar görecekmiş anlamında fiziksel anlamda gerçek değil. Fakat rüya bile olsa bencilce bir seçim yapmam durumunda gerçek. Uyandığım zaman bu gerçekle yaşamak zorunda kalacağım. Rüya görüyor olmamın önemi yok. Yine de onu yapmış olacağım.
Cinler bana Ay’ı boğulmaya bırakırsam, gönlümün istediği şeyi vermeyi teklif ediyorlar ama bunu yaparsam kadının ölümünden sorumlu olacağım. Kadın gerçek olmayabilir ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Yine de kendi yoluma gitmek için bir başkasını ölüme terk etmek demek olacak.
Ağzımdaki taşı emip, yanağımın içinde bir o yana, bir bu yana hareket ettiriyorum. Islak korsajıma uzanıp, göğüslerimin arasında sıkıştırdığım fındık dalını alıyorum. Elimi kaldırıp yüzümdeki bir tutam saçı arkaya tarıyorum. Ve sonra benim Jeck Crow’umun kopyalarına bakıp, gülümsüyorum.
Bir işe yarar mı bilmiyorum ama herkesin rüyamda neler olacağına karar vermelerinden bıktım usandım. Taşa dönüp ellerimi üzerine koyuyorum, fındık dalı sağ elimin parmakları arasına batıyor. Ve taşı ittiriyorum. Taş düşmeye başlarken cinler, periler, ruhlar ve yaratıklar arasında büyük bir çığlık kopuyor. Boğulan kadına bakıyorum, gözleri açılıyor. Gülümsediğini görüyorum fakat ondan sonra o kadar aydınlık oluyor ki, gözlerim kör oluyor.
Sonunda net olarak görmeye başlayınca,gölde yalnız olduğumu görüyorum. Gökyüzünde parlak, kocaman,bir dolunay var, ışığından bataklık gündüz gibi aydınlanıyor.Tüm yaratıklar, cinler, periler kaçmış. Kurumuş söğüt ağacı hala kargalarla dolu fakat ben bakar bakmaz, kara bir bulut, ölüm bulutu halinde çekip gidiyorlar. Taş ise yarısı suyun üstünde,yarısı suyun altında hareketsiz duruyor.
Ve ben hala rüyadayım.
Belime kadar kokan suyun içindeyim,taş ağzımın içinde ve fındık dalı da elimde. Ve başımı kaldırıp, sanki ışığı damarlarımın içinde şarkı söyleyene kadar kocaman dolunaya bakıyorum. Bir an için samanlıkta Jeck ile beraber olmak gibi bir ateş sarıyor ama bu farklı bir sıcaklık.Yıllar boyunca herkesin ve benim içimi kaplayan karanlığı aydınlatan bir ateş. Tamamen ışığım, masumum, bir kadının vücudunda şekil bulmuş yanan bir bahar ateşi gibi yeniden doğuyorum.
Ve sonra uyandım kendimi evimde buldum.
Yatağıma uzandım ve pencereden dışarı baktım, fakat bizim dünyamızda Ay hala karanlıktı,sokaklar boştu, tüm şehrin üzerinde bir sükunet vardı ve ben elimde fındık dalı, ağzımda bir o yana, bir bu yana oynattığım taşla, içimin derinliklerinde sanki bir ateş yanıyor gibi uzanıyordum.
Ayağa kalktım ve taşı avucuma tükürdüm, pencereye gittim, artık büyülü bir rüyada değildim,gerçek dünyadaydım. Parlak Ay’ın güneşten ödünç aldığı ışıkla parladığını biliyordum. Ay hala oradaydı ama bu gece onu göremiyorduk çünkü dünya onunla güneşin arasına girmişti.
Veya belki de gökyüzündeki gecelik seyahatine başlamadan önce, fenerini doldurmak için başka bir dünyaya gitmişti.
Kendimi bir şey öğrenmiş gibi hissediyordum ama ne öğrendiğimden emin değildim. Ne demek olduğundan da emin değildim.
11
JILLY, “ BUNU NASIL SÖYLERSİN?TANRI’M SOPHIE!” dedi. O kadar açık ki. O gerçekten senin annendi ve sen gerçekten de onu kurtardın. Jeck’e gelince; o ilk rüyanda serbest bıraktığın kuştu. Jeck Crow, anlamadın mı? Kötü çocuklardan biri, onu ancak iyilikle kazanabilirdin. Her şey son derece anlamlı.
Sophie yavaşça başını salladı.“Sanırım ben de buna inanmak isterdim ama istediğimiz şeyler ile gerçekten olan şeyler her zaman aynı şey olmuyor” dedi.
“ Fakat Jeck’ten ne haber? Seni bekliyor olacak. Ya Granny Weather? İkisi de başından beri senin Ay’ın kızı olduğunu biliyorlardı. Tüm bunların bir anlamıvar”
Sophie içini çekti, kucağında uyuyan kediyi okşadı. Bir an sadece rüyalarındaki bir ülkede bir erkeğe dönüşen bir karganın siyah, yumuşak, kıvırcık tüyleri olduğunu hayal etti.
“Sanırım bu rüya yeni bir erkek arkadaşa ihtiyacım olduğu anlamına geliyor” dedi.
12
JILLY ÇOK TATLI BİR KIZ VE BEN ONU ÇOK SEVİYORUM fakat bazı bakımlardan çok naif. Ya da belki saf kızı oynamak istiyor. Kendisine anlatılan her şeye hemen inanmaya hazır, hele bu şey sihirli perili bir şeyse.
Şey, ben de büyüye inanırım ama bu büyü bir tırtılı kelebeğe dönüştüren büyü, doğal mucizeler ve çevremdeki dünyanın harikaları. Bir sihirli dünyaya inanmıyorum, Jilly’nin gerçek olduğunda ısrar ettiği şeye inanmıyorum: Yok ben Ay’ın kızıymışım da, yok peri kanı taşıyormuşum da...
Yine de böyle olması hoşuma giderdi.
O gece hiç uyku tutmadı. Dolaşıp durdum, uyanık kalmak için de kahve içtim. Uyumaya korkuyordum.Rüya görmekten ve rüyanın gerçek olmasından korkuyordum.
Belki de gerçek olmayacaktı.
Gün ışırken, uzun, soğuk bir duş yaptım çünkü yine Jeck’i düşünmeye başlamıştım. Bir rüyada yanlış bir karar almamın gerçek dünyada bir sonuca yol açıp açmayacağını merak ediyordum.
Yıllardır giymediğim eski elbiseler giydim. Sadece geçmiş masumane yılları yakalamak için. Beyaz blüz, solmuş kot pantolon ve babamın smokin cekedi. Yakasında siyah satenler olan Fransız kadifesindendi. Kenarı kıvrımlı siyah bir şapkayla görünümümü tamamladım.
Aynaya baktım, kendimi sihirbaz asistanlığı için başvuruda bulunan birine benzettim fakat pek umurumda değildi.
Ortalık aydınlanır aydınlanmaz,Christy Riddel’ın evine gittim. Saat dokuzda kapıyı çaldım
Fakat beni içeri buyur ettiğinde gözleri uykulu ve üstü başı darmadağındı, ona bir, iki saat sonra vermem gerektiğini fark ettim. Ama artık çok geçti.
Hemen konuya girdim. Jilly’nin bana berrak rüyalarla ilgili çok şey bildiğini söylediğini anlattım ve bunların gerçek olup olmadığını bilmek istediğimi söyledim.Orada gördüğü insanlar, rüyasındaki yerler gerçek miydi?
Adam kapının eşiğinde baykuş gibi gözünü kırparak duruyordu ama tuhaf şeylere alışık olduğunu fark ettim çünkü kapının pervazına yaslandı ve bana‘karşılıklı rızaya dayanan gerçekliğin’ ne olduğunu bilip bilmediğimi sordu.
Ben de “çevremizde gördüğümüz her şey sadece bizler öyle gördüğümüz için vardır” dedim.
“Belki rüyalar da böyledir” diye cevapladı.” “Rüyadaki herkes bunun gerçek olduğunu söylüyorsa neden gerçek olmasın?”
Ona babamın rüyaların gerçek dünyaya gitmek istediğini söylediğini ve buna ne diyeceğini de sormak istedim ama şansımı zorladığımı fark ettim.
“Teşekkürler” dedim.
Banak komik bir bakışla baktı,“hepsi bu mu?” diye sordu.
Başka bir zaman anlatırım diye izah ettim.
Oldukça istekle “lütfen anlat" dedi ve evine girdi.
Eve gidip, balkonumdaki eski kanepeye uzandım. Gözlerimi kapattım, bunların ne anlama geldiğinden hala emin değildim fakat Jeck ile birlikte kendimizi peri masallarının sonlarındaki ‘ve böylece uzun yıllar mutlu yaşamışlar’şeklindeki mutlu sonda bulmayışımız çok canımı acıtmıyordu.Kim bilir? Belki ben gerçekten de Ay’ın kızıyım. Burada değilse bile başka bir yerde.

Yazan: CHARLES de LINT
Çeviren: Müjde Dural

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder