ünlü kısa hikayeler

ünlü kısa hikayeler

27 Ocak 2012 Cuma

BİR MİLYONLUK BANKNOT (1 000 000 POUND NOTE) MARK TWAIN

1

27 yaşındayken, San Fransisco'da bir madencilik borsası şirketinde memurdum ve borsadaki her şey hakkında uzman olmuştum, dünyada tek başımaydım, kendi aklım ve lekesiz ismimden başka güvenecek hiçbir şeyim yoktu fakat bunlar ileride zengin olmam için yeterliydi ve umutlarım bana yetiyordu.

Cumartesi öğleden sonralarım bana aitti ve küçük bir tekneyle körfezde gezinmeyi adet edinmiştim, bir gün oldukça açılmayı göze aldım ve açık denize sürüklendim, gece olunca umudum kesilmişti ki, Londra'ya giden küçük bir gemi beni kurtardı, uzun ve fırtınalı bir yolculuktu ve yolculuk boyunca sıradan bir denizci olduğumdan beni ücret vermeden çalıştırdılar, Londra'ya vardığımızda, elbiselerim yırtık, pırtık, pisti ve cebimde sadece bir dolarım vardı. Bu para, bir günlüğüne karnımı doyurdu  ve barınmamı sağladı, ertesi 24 saat ne yiyeceğim, ne de yatacak yerim vardı.

Ertesi gün. sabah saat 10 sularında, aç ve yorgun Portland Place'e doğru ayaklarımı sürüyordum...bir mürebbiyenin gezdirdiği bir çocuk, bir ısırık koparttığı, kocaman, parlak bir  armudu kaldırımın kenarına fırlattı, tabii ki durdum ve aç gözlerimi çamurlu hazineye diktim. Ağzım sulandı, midem kazındı, tüm benliğim mazgaldaki armudu istiyordu fakat almak için her harekete geçişimde, gelip geçenler amacımı farkediyordu ve tabii ki, tekrar doğruluyor, ilgim yokmuş, armut hiç umurumda değilmiş gibi davranmaya çalışıyordum, bu durum devam edip durdu ama bir türlü armudu alamadım. Umutsuzca, bu utanca göğüs germekten vazgeçiyordum ki, arkamda biri pencereyi açtı ve bir beyefendi bana seslendi:

Lütfen içeri gelin?”

Yaşlıca, iki beyin oturduğu, lüks bir dairedeki, şaşaalı bir odaya alındım, uşağı gönderdiler, oturmamı söylediler. Kahvaltılarını az önce bitirmişlerdi ve kahvaltıdan arta kalanlar beni kahrediyordu. Yiyecekler yüzünden aklım neredeyse yerinden çıkacaktı ama davet edilmediğimden elimden geldiğince derdime katlanacaktım.

2

Meğerse epey bir zaman sonra öğreneceğim üzere, benim bilmediğim bir şeyler oluyormuş. Ama size şimdi anlatacağım. Bu iki kardeş birkaç günden beri hoş bir konuda tartışıp duruyorlarmış, sonunda İngilizlerine hep yaptığı gibi bu konu üzerine bahse girmeye karar vermişler.

Hatırlarsanız, Bank of England'ın yabancı bir ülkeyle ilgili özel bir amaç için 1 milyon poundluk iki banknont bastırmıştı. Şu veya bu nedenden ötürü sadece biri kullanıldı ve iptal edildi, diğeri hala bankanın kasasında duruyor. Şimdi, bu iki kardeş, hiç arkadaşı olmayan, parasız, çok dürüst, zeki ve yabancı birininin cebinde nasıl aldığını izah edemediği, bin milyonluk banknotla Londra'da neler yapabileceği hakkında tartışmaya girmişlerdi. Birinci kardeş, adamın açlıktan öleceğini, öteki ise ölmeyeceğini iddia ediyordu, birinci kardeş adamın banknotu bir bankaya veremeyeceğini çünkü verdiği anda tutuklanacağını söylüyordu, tartışma, ikinci kardeş, "20.000 dolara bahse girerim ki, adam hapse girmeden, bu şekilde bir ay idare eder" deyinceye kadar sürdü. Öteki kardeş, iddiayı kabul etti. Diğer kardeş, bankaya gitti ve bankonutu aldı, sonra yazısı güzel olan bir katibe bir mektup yazdırdılar ve iki kardeş pencerenin önünde oturup, banknotu verecek doğru adamı beklemeye karar verdiler.

Pekçok dürüst yüzlü insan görmüşlerdi ama yeterince zeki değildi, zeki olanlar da dürüst değildi, kimisi hem dürüst, hem zekiydi ama yeterince yoksul değildi, kimisi de yoksul ama yabancı değildi. Beni görene kadar herkeste bir kusur bulmuşlardı. Sonunda bende karar kılmışlar ve oy birliğiyle beni seçmişlerdi. Ben de niçin çağrıldığımı söylemelerini bekliyordum, hakkımda sorular sordular, onlara hikayemi anlattım ve sonunda bana amaçlarını anlattılar. Sonunda da benim amaçları için uygun kişi olduğumu söylediler, çok memnun olduğumu belirttim ve amaçlarının ne olduğunu sordum, sonra bir tanesi bana bir zarf verdi amacın zarfın  içinde yazdığını söyledi, zarfı açacakken 'hayır' dediler, zarfı oturduğum yere götürüp, dikkatle incelememi ve aceleye getirmememi istediler, şaşırmıştım, meseleyi daha ayrıntılı öğrenmek istiyordum ama anlatmadılar, ben de benimle dalga geçtiklerini, bir tür şaka yaptıklarını düşünerek, kendimi küçük düşürülmüş, hakarete uğramış hissederek evlerinden ayrıldım. Böyle zengin ve güçlü insanların hakaretlerine alışkın değildim ama katlanmak zorunda kalmıştım.

3

Artık tüm dünyanın gözü önünde armudu alıp, rahatça yiyebilirdim ama kaybolmuştu, bu talihsiz görüşme yüzünden armudu da kaybetmiştim, ve armudu düşünmek bu adamlara karşı duyduğum hisleri yumuşatmamıştı, adamların evini geride bırakır bırakmaz, zarfı açtım ve içinde para olduğunu gördüm! Bu kişiler hakkındaki görüşlerim değişti! Hiç vakit kaybetmeden parayı ve mektubu yeleğimin cebine koydum ve en yakın ve ucuz lokantanın yolunu tuttum, üff nasıl yedim!..artık yiyemeyecek hale gelince, katlanmış parayı aldım ve düzleştirdim, bir göz atınca az kalsın bayılacaktım! Beş milyon dolar! Başım dönüyordu...

Kendime gelinceye kadar, bir dakika kadar şaşkın, dumura uğramış şekilde banknota bakmış olmalıyım. Sonra ilk farkettiğim şey garsonun haliydi, gözü paranın üzerindeydi, afallamıştı. Tüm vücudu ve ruhuyla ayaklarıma kapanacak gibiydi ama elini, ayağını kımıldatamıyor gibi görünüyordu. Orada yapılacak en mantıklı şeyi yaptım, banknotu garsona uzattım ve gayet rahat
" Lütfen bozar mısınız? " dedim.
Garson tekrar normal haline geldi ve binlerce özür dileyerek, banknotu bozamayacağını söyledi. Banknotu eline veremiyordum, sanki kutsal bir şeymiş gibi dokunmaya bile korkuyor gibiydi.
"Sizin için uygun olmadığı için kusura bakmayın ama bozmanız için ısrar ediyorum başka param yok" dedim.
Fakat garson bunun sorun olmadığını, meseleyi başka zaman halledebileceğimizi söyledi, uzun bir süre bir daha o taraflara uğrayamayabileceğimi söyledim ama önemli olmadığını, bekleyebileceğini, ne istersem yiyebileceğimi ve ne zaman istersem o zaman gelip, ödeyebileceğimi, sırf şakacılıktan öyle giyinerek insanlarla gırgır geçtiğim için benim kadar zengin bir beye güvenmekten korkmayacağını söyledi. Tam o sırada bir başka müşteri içeri giriyordu, garson hilkat garibesini gözlerden uzak tutmak istediğini ima etti, kapıya kadar beni selamlaya selamlaya geçirdi. Ben de polis beni tutuklamadan filan yaptıkları hatayı düzeltmeleri amacyla yeniden o iki kardeşin evine gitmek üzere çıktım. Gerçi hiç kabahatim olmasına rağmen bayağı sinirli ve oldukça korkmuştum. Ama insanları bir serseriye bir poundluk banknot yerine, 1 milyon poundluk banknot verdiklerini farkedince, kendi gözlerinin bozuk olmasına kızacak yerde, o serseriye kızacaklarını bilecek kadar iyi tanıyordum. Evlerine yaklaştıkça heyecanım arttı, ortalık sessizdi, sanırım daha yaptıkları salaklığı farketmemişlerdi, aynı uşak kapıda belirdi, iki beyi sordum.

4

Uşak, soğuk bir şekilde ' Beyefendiler gittiler" dedi.
Gittiler mi? Nereye gittiler?”
Seyahata çıktılar..”
Ama nereye?”
Amerika'ya sanırım.”
Amerika mı?”
Evet efendim.”
Neyle? “
Söyleyemem efendim..”.
Ne zaman dönecekler?”
Bir ay sonra.”
Bir ay mı! Off, bu korkunç! Onlarla nasıl konuşabilirim bir fikir verin, çok çok önemli.”
Gerçekten hiçbir fikrim yok efendim, nereye gittiklerini bilmiyorum..”
O zaman aileden bir başkasını görmeliyim”
Aile de yurt dışında..aylardır..galiba Mısır veya Hindistan'dalar..”
Bak ahbap, korkunç bir hata oldu, akşam olmadan dönmeliler, onlara burada olacağımı söyler misin? Hata düzelene kadar gelmeye devam edeceğim,” korkmalarına gerek de yok..”
Geri dönerlerse size söylerim ama hiç sanmıyorum, sizin bir saat sonra buraya geleceğinizi ve benim her şeyin yolunda olduğunu söylememi istemişlerdi, fakat şunu söylemeliyim ki, tam vaktinde buraya gelecekler ve sizi bekleyecekler.”

Böylece oradan ayrıldım, neredeyse aklımı kaçıracaktım, tam vaktinde burada olacaklar da ne demekti? A! Belki mektupta her şeyi açıklamışlardı, mektubu unutmuştum, alıp okumaya başladım:

" Yüzünden anlaşıldığı üzere sen akıllı ve dürüst bir insansın, bir yabancı ve yoksul biri olduğunu biliyoruz, zarfın içinde bir miktar para bulacaksın, bu parayı sana 30 günlüğüne faizsiz borç olarak verdik, bu sürenin sonunda buraya gelip rapor vereceksin. Senin üzerine iddiaya girdim, eğer ben kazanırsam istediğin her şeyi- ne istersen- vereceğim. Kendini ispatlar ve yeterli olduğunu gösterirsen.”

5

Ne adres, ne imza, ne de tarih vardı...
Evet bu tam bir arapsaçıydı! Sizler bana önceden ne olduğunu bildiğiniz bir görev yüklediniz ama ben bilmiyordum. Bu benim için zor bir bilmeceydi. Bana nasıl bir oyun oynadıklarını bilmiyordum, bu iş benim iyiliğime miydi, kötülüğe miydi? Bir parka gittim, oturdum ve tüm bu olanları ve yapabileceğim en iyi şeyin ne olacağını düşündüm.
Bir saat sonra düşüncelerim aşağıdaki şekle dönüşmüştü:
Bu adamlar benim belki iyiliğimi, belki de kötülüğümü istiyorlardı, buna karar veremezdim, boş verdim, ya bir oyun oynuyorlardı, ya da bir deney yapıyorlardı, bunun ne olduğuna da karar verememiştim, buna da boş verdim, benim hakkımda bahse girmişlerdi, ne hakkındaydı bu bahis? Buna da boş verdim, karar veremeyeceğim şeyleri bıraktım, geride somut, sınıflandırılmış, etiketlendirilmiş, kesin tek şey kalmıştı, eğer Bank of England'a gider ve bu parayı sahibinin hesabına yatırmalarını istesem yatırırlardı, çünkü ben tanımasam da onlar adamı tanıyorlardı, fakat bu parayı nasıl elde ettiğimi soracaklardı, onlara gerçeği söylersem doğruyu söylemek gerekirse beni tımarhaneye atarlardı veya yalan söylersem hapsi boylardım, bununla borç filan almaya kalksam da aynı şey başıma gelecekti, istesem de istemesem de, bu büyük yükü adamlara geri dönene kadar taşımak zorundaydım, benim için bir avuç kül kadar faydasız bir şeydi, ama yine de bir yandan geçimimi sağlarken, banknotu da iyi saklamak ve korumak zorundaydım, kimseye veremezdim, ne dürüst bir vatandaş, ne de karayolu şerifi kabul ederdi, bu iki kardeş ise güvendeydiler, banknotlarını kaybetsem veya yaksam bile, yine de güven içindeydiler çünkü ödemeyi durdururlar ve banka onlara yeniden kredi açardı, ama benim bahsi kazanana dek bir ay masraf yapmadan ve kar etmeden geçinmem gerekiyordu. Şu bahis herneyse onu kazanana ve bana verdikleri sözü tutana dek bunu yapmalıydım. Bu tür adamların söz verdikleri şeyler kayda değer şeyler olmalıydı.

6

Durumumla ilgili epey düşündüm, ümidim arttı, şüphesiz bana söz verilen ücret büyük olmalıydı, bir ay sonra başlayacaktı ve o zaman rahat edecektim. Az sonra kendimi bayağı iyi hissetmeye başlamıştım, bu arada caddelerde avare avare dolaşıyordum. Bir terzi dükkanının önünde durdum, üzerimdeki pılıpırtıyı atıp, doğru dürüst bir şeyler giymek için can atıyordum. Ücretini ödeyebilir miydim? Hayır; yanımda bir milyonluk banknottan başka bir şey yoktu o yüzden yoluma devam ettim ama tekrar geri döndüm, dükkan beni zalimce kışkırtıyordu, kendimle mücadele ederken aşağı, yukarı belki altı kez dükkanın önünde gezindim durdum, sonunda pes ettim ve içeri girdim, sormak zorundaydım, bana uygun, başkasına olmamış bir giysileri olup olmadığını sordum, konuştuğum adam başını sallayıp başka birini çağırdı ve bana cevap vermedi, işaret ettiği adamın yanına gittim, o da yine cevap vermeden, tek söz etmeden başıyla başka birine gönderdi. Adamın yanına gittim ve bana
Birazdan sizinle ilgileneceğim” dedi.
İşi neyse bitirene kadar bekledim. Sonra adam beni arkadaki bir odaya aldı, bir yığın beğenilmemiş takım içinden, en kötüsünü benim için seçti, üzerime giydim ama üzerime oturmadı, yeniydi ama çok da kötüydü, onu giymek istiyordum bu yüzden bir kusur bulamadım ama kayıtsız bir şekilde şöyle dedim:
Parası için birkaç gün bekleyebilir misiniz? Üzerimde hiç ufak para yok da”
Adam son derece alaycı bir yüz ifadesiyle,
Ah, öyle mi? Tabii, zaten beklemiyordum da, sizin gibi beyefendilerin yanlarında büyük miktar para taşırlar. “
Bozulmuştum ve
Dostum, bir insanı her zaman üzerindeki giyselere bakarak yargılamamalısın, bu takımın parası pekala da ödeyebilirim sadece seni o kadar büyük bir parayı bozmak zorunda bırakmak istemedim.” dedim.

7

Bu sefer tavrını biraz değiştirdi ama yine de havalı bir şekilde,
Sizi kırmak istemedim ama taşıdığınız miktarı bozamayacağımız sonucuna varmanızı düşünmenizi istemedim, tam tersine bozabiliriz.”
Banknotu ona uzattım ve
Madem öyle, kusura bakmayın” dedim.
Adam gülümseyerek parayı aldı, öyle bir gülümseme ki, hani suya taş atarsınız da, dalga dalga yayılır ya aynen öyle, tüm yüzü gülümsemekten kırıştı, sonra elindeki banknota bir gözattı ve gülümsemesi yüzünde dondu, sapsarı kesildi, Vezüv yanardağının lavları gibi kızardı, bozardı, bir gülümsemenin böyle başlayıp, bitmesini daha önce hiç görmemiştim. Dükkanın sahibi ne olduğunu anlamamıştı.
Şey, ne oluyor? Mesele nedir? Ne istiyor?”
Bir mesele filan yok, sadece paramın üstünü bekliyorum.”
Hadi, hadi Tod, şuna parasının üzerini ver.”
Üzerini ver demesi kolay efendim ama şuna bakar mısınız?”
Mağazanın sahibi parayı aldı, şöyle bir baktı ve bir ıslık çaldı, beğenilmemiş elbiseler yığının bir tarafa atıp, heyecanlı heyecanlı ve kendi kendine konuşuyormuş gibi konuşmaya başladı.
Çılgın bir mültimilyonere şu rezil giysiyi satmaya kalkmak ha!Salak Tod, sen doğuştan salaksın! Hep bu tür şeyler yaparsın. Milyonerleri mağazamızdan uzaklaştıracak, bir milyoneri, bir serseriden ayırtetmeyi bilmiyor!Ah, işte aradığım şey, beyefendi lütfen şunları şöminede yakın, bana bir iyilik yapıp, şu gömleği ve takımı giyin, sade, şık ve mütevazi ve de asilane, yabancı bir Prens için dikilmişti. İsmini mutlaka duymuşsunuzdur, majesteleri Halifax Hospodor'u. Bunu bırakmak zorunda kaldı ve onun yerine matem giysisi aldı çünkü annesi ölmek üzereydi ama ölmedi. Herneyse, işte, pantolonlar da oturdu, size çok yakıştı, şimdi de yelek ve ceket..işte mükemmel. Tanrım! Hepsi harika! Hayatımda bu kadar iyisini görmedim.”

8


Ben de beğendiğimi söyledim.
Tabii ki efendim, tabii ki..şimdilik idare eder ama sizin ölçülerinize göre bir şeyler dikene kadar bekleyin. Tod bir kağıt, kalem al, bacak: 80 cm, paça genişliği...”
Ben tek kelime etmeden tüm ölçümü almıştı ve gündüz giysileri, akşam giysileri, her tür takım için siparişler veriyordu. Fırsat bulunca
Fakat beyefendi, tüm bu siparişleri veremem ki, ancak parayı bozarsanız.”
Asla efendim! Asla, para sözkonusu bile değil, ne demek? Tod çabuk, vakit kaybetmeden bunları beyefendinin adresine gönder, diğer müşteriler bekleyebilir, beyefendinin adresini al..”
Taşınıyorum o yüzden uğrayıp, yeni adresimi size bırakırım.”
Tabii ki efendim, tabii ki..bir saniye, sizi geçireyim efendim, iyi günler beyefendi, iyi günler..”
Eveeet...neler olacağını tahmin ettiniz değil mi? İstediğim her şeyi almaya kalktığımda, banknotu bozdurmak istiyordum, bir hafta içinde istediğim tüm ihtiyaçlarıma ve lüksüme sahip olmuştum, Hannover Meydanı'ndaki  pahalı bir otelde kalıyordum, akşam yemeklerimi orada yiyordum ama kahvaltımı milyonluk pound'umla ilk gittiğim Harris'in mütevazi lokantada yapıyordum. Yeleğinin cebinde bir milyon pound ile dolaşan kafayı yemiş yabancı olarak ünüm her yere yayılmıştı, neredeyse bir tür azizdim. Harris'in yeri ünlenmiş ve müşterilerle dolup taşıyordu. Harris o kadar müteşekkirdi ki, bana borç vermekte ısrar etti, harcayacak param vardı ve zenginler, ünlüler gibi yaşıyordum. Zaman gelince batacağımı düşünüyordum ama şu anda iyi gidiyordu, ya yüzecek ya boğulacaktım. Gördüğünüz gibi felaketin eli kulağındaydı bu da işin ciddi bir yanı, akla yatkın bir yanı, trajik bir yanıydı yoksa her şey çok gülünç sayılabilirdi. Geceleyin, karanlıkta trajik yanı ağırbasıyordu ve beni hep tehdit ediyor, uyarıyordu, ben de inliyor, sarsılıyor ve uykularım kaçıyordu. Ama gündüzlerin neşeli ışığında trajik yanı kayboluyor ve yokoluyordu, mutluluktan havalarda uçuyor derdiniz.


9


Ve doğallıkla, şehrin şöhretli kişilerinden birisi olmuştum, bu başımı döndürmüştü birazcık değil oldukça fazla. İngiliz, İskoç ve İrlanda gazetelerinde 'yelek cebinde milyonluk banknotla gezen adamın son yaptıkları, ettikleri'ne rastlamamak imkansızdı. Başta bu gazetelerde dedikodu sütunlarının dibindeydim, sonra şövalyelerin, baronların, tırmanabileceğim en üst sınıftaki insanların yerlerine geçtim...fakat bu ün sayılmazdı, kötü şöhret gibi bir şeydi, sonunda en üst seviyeye çıktım – şövalyelik- ve bir anda kötü şöhretten parlak üne geçiş yaptım. Punch mizah dergisinde karikatürüm de yayınlandı! Evet, artık yaratılmış bir adamdım! Yerim sağlamlaşmıştı, hala hakkımda şaka yapılabiliyordu ama yine de kabaca değil, gülünç değildi, saygınca yapılıyordu, bana gülümsüyorlardı ama kahkaha atmıyorlardı. Punch dergisinin beni pılıpırtılar içinde, Londra Kulesi 'ni gezmekiçin kule muhafızyla sıkı sıkıya pazarlık yaparken çizdiği günler geride kalmıştı. Gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz, kimsenin umurunda olmayan genç bir adamken, şimdi birdenbire söylediğim her şey tekrar ediliyor, dışarı çıkınca “işte bu giden o !” deniliyor, kahvaltımı bile kalabalık bir grup eşliğinde yapıyor, operaya gittiğimde binlerce dürbün gözlerini bana dikiyordu. Şöhret içinde yüzüyordum.


Biliyor musunuz, o eski yırtıkpırtık giysilerimi saklıyor ve arada sırada onları giyiyor ve hakaret görüp, hor görülüp sonra da milyonluk banknotla onları şaşırtmanın keyfini çıkartıyordum. Fakat bunu uzun süre devam ettiremedim çünkü gazetelerdeki resimler kıyafetimi o kadar iyi çizmişlerdi ki, sokağa çıkar çıkmaz tanınıyordum ve peşime bir kalabalık düşüyordu. Ve bir şey satın almaya kalkarsam daha ben banknotu çıkartmadan, dükkancı “dükkan sizin” diyordu.


10


Şöhretimin onuncu gününde, forsumun görevini yerine getirmek maksadıyla Amerikalı bakana saygılarımı sunmaya gittim. Beni çoşkuyla karşıladı, geciktiğim için payladı ve ancak o akşam vereceği davete katılırsam affedeceğini söyledi, bir konuğu katılamayacak, onun yerini alacakmışım. Katılacağımı söyledim. Konuşurken onun babasıyla, benim babamın çocukken çok samimi okul arkadaşı oldukları da ortaya çıktı, Yale'de de birliktelermiş ve babam ölene hep çok iyi dost olmuşlar. Sonra beni evine davet etti. Ben de hevesle kabul ettim. Doğrusu hevesli olmaktan öte çok memnundum. Sonum yaklaşınca, beni tam bir yıkımdan kurtarabilirdi. Nasıl bilmiyordum ama bir yolunu bulabilirdi. Ona içimi bu geç saatte dökemezdim. Londra'daki korkunç kariyerimin başındayken acele etmeliydim. Hayır, buna şu anda cesaret edemezdim. Yeni tanıştığım birine tüm sırları anlatmak riskliydi. Yine de içinde bulunduğum durumdan daha riskli değil. Çünkü anlıyor musunuz, aldığım tüm bu borçlara karşın, alacağım ücretin- maaşımın- sınırlarında kalmalıydım, elbette ne ücret alacağımı da bilmiyordum ama ortalama bir değer biçme hususunda yeterli bazım vardı şöyle ki, eğer bahsi kazanırsam bu zengin beyefendinin sunacakları konusunda seçme şansım olacaktı. Tabii yeterli görülürsem ki, yeterlilik gösterdiğime emindim, hiç kuşkum yoktu. Bahse gelince endişelenmiyordum, her zaman talihli olmuştum. Şimdi ben maaşımı yılda altıyüz ile bin arasında tahmin ediyordum. İlk yıl için altı yüz desek, yıl be yıl ödülü hakederek en yüksek rakama gelecektim. Başta, sadece ilk yılın maaşı kadar borçlu olacaktım. Herkes bana borç vermeye can atıyordu ama ben çoğunu şu veya bu bahaneyle başımdan savıyordum. Bu yüzden bu borçluluk sadece 300 dolarlık borcu temsil ediyordu, kalan 300 dolar benim satın aldığım şeylerdi. Dikkatli ve tutumlu olursam ki, böyle olmaya niyetliydim, bir sonraki ayın maaşının beni ay sonuna kadar idare edeceğine inanıyordum. Bir aylık süre dolduğunda ve iki kardeş seyahatlerinden döndüklerinde her şeyin yoluna gireceğinden emindim çünkü hemen iki yıllık maaşımı alacaklılara paylaştıracak ve işimin başına dönecektim.


11

Bakanın yemeği ondört kişilik hoş bir yemekti. Shoreditch dükü ve düşesi, onların kızı Lady Anne, Newgate örl'ü ve kontesi, birkaç ünvanı olmayan hanım ve bey, bakan, karısı ve kızı, ve kızının arkadaşı olan, 22 yaşındaki, Portia adlı bir kız ki, iki dakika içinde Portia ve ben birbirimize aşık olmuştuk! Gözlüklerim olmadan bile bunu görebiliyordum. Bir de Amerikalı misafir vardı, neyse konuyu dağıttım, misafirler yemek odasındayken ve geç gelenleri onaylamaz bakışlarla süzerlerken uşak yeni gelen misafiri anons etti:
Bay Llyod Hastings.”
Geleneksel hoşbeşlerden sonra, Hastings beni farketti ve samimi bir şekilde elini uzattı ama tam elimi sıkacakken, utangaç bir tavırla durdu.
Özür dilerim beyefendi, sizi tanıdığım biri sandım.”
Beni tanıyorsun ya eski dostum.”
Siz, siz....”
Banknot canavarı, evet! Beni bu lakapla çağırmaktan çekinme, alıştım.”
Vay, vay, vay bu ne sürpriz, Bir, iki kez sizin isminizi lakabınızla birlikte görmüştüm ama fakat sözü edilen Henry Adams'ın  siz olduğunu hiç düşünmemiştim. Altı ay önce, Frisco'da maaşlı bir memurdunuz, fazla mesai ücreti için akşamlara kalırdınız, istatistikleri düzenlememe yardım ederdiniz, sizin Londra'da bir milyoner ve büyük bir şöhret olduğunuzu düşünmek! Sanki film gibi. Bunları kafam almıyor dostum, bana biraz vakit ver aklım başına gelsin.”

Gerçek şu ki, Llyod, ben de senden farklı değilim, ben de bu olanları anlayamıyorum.”

12



Azizim, bu çok çarpıcı değil mi? Şu Miner's lokantasına gideli daha üç ay olmadı mı?”
Yok, What Cheer lokantasıydı..”
Doğru, What Cheer idi...gecenin ikisinde gitmiştik, altı saat şu Extension belgeleri hakkında kafa patlattıktan sonra, pirzola yeyip, kahve içmiştik, seni Londra'ya gelmen için ikna etmeye çalışmıştım, tüm masraflarını karşılayacaktım, satışı başarırsam sana misliyle maaş verecektim, ama sen beni dinlememiştin ve şimdi buradasın, tüm bunlar ne kadar tuhaf! Nasıl bu noktaya geldin? Bu inanılmaz çıkışı nasıl yaptın?”
Ah, tamamen tesadüf! Uzun bir hikaye, sana hepsini anlatacağım ama şimdi değil..”
Ne zaman?”
Bu ayın sonunda.”
Yapma ya, daha onbeş gün var, meraktan çatlarım, şunu bir hafta yap.”
Yapamam, senin ticari işlerin nasıl gidiyor?”
Neşesi bir anda kayboldu ve içini çekerek şöyle dedi:
Sen gerçek bir kahinsin, gerçek bir kahin. Keşke gelmeseydim, bu konuda konuşmak istemiyorum.”
Ama anlatmalısın, buradan sonra bana gidelim ve her şeyi anlat”
Ah! Ciddi misin? Gözleri yaşarmıştı.”
Evet tüm hikayeyi duymak istiyorum, kelimesi kelimesine.”

13


Sana çok müteşekkirim, sonunda tekrar ilgilenen bir insan, kulak veren biri, bakan bir göz bulmak, tüm olanlardan sonra.Tanrım! Önünde diz çökmek istiyorum..”

Elimi sıkıca kavradı, neşesi yerine geldi ve yemekten sonra ki, yemek olmadı- iyi olmuş, canlanmıştı. Hayır, şu İngiliz'lerin abartılı adetleri yüzünden, öncelik sırası konusunda bir türlü mütabakata varılmadığı için beklenen akşam yemeği olmadı. İngilizler bu riski bildikleri için akşam yemeğine gitmeden önce daima yemeklerini yerler, ama yabancıları kimse bu konuda uyarmaz ve onlar da tuzağa düşerler. Ama bu sefer kimse kırılmadı, çünkü hepimiz adetleri biliyorduk, Hasting'ler hariç acemi kimse yoktu. Hasting'leri de bakan İngiliz adetlerine rağmen davet etmişti ki, bunu daha önce yapmamıştı. Herkes yanına bir hanımefendi alıp salona geçti, fakat orada tekrar anlaşmazlık çıktı, Shoreditch Dük'ü birinci sırayı almak istiyordu ve masanın başına oturdu, ona göre bakan monarşiye tabii olmadığından daha ikinci sırada geliyordu. Fakat ben hakkımı savundum ve kabul etmedim. Dedikodu sütunlarında ben tüm düklerden önceydim ve böyle söyledim, öncelik iddia ettim. Tabii ki, bu işin çözüleceği yoktu. Sonunda o da (basiretsizce) doğumlardan ve eski çağlardan dem vurmaya başladı, baktım o Fatih'lere, Ademlere kadar gidiyor, ben adımdan da anlaşılacağı üzere doğrudan Adem'den geldiğimden, o da Norman kökenli olduğundan hepimiz tekrar salona geçtik ve elimizde sardunya ve çilek tabaklarıyla, gruplar halinde, ayakta yemek yedik. Burada dini öncelik o kadar önemli değildi. Yüksek sınıftan iki kişi bir Şilin atıyor,kazanan çilek tabağını alıyor ve kaybeden şilini alıyor,sonra sıradaki iki kişi para atıyor, öyle devam ediyor. İçeceklerden sonra masalar getirildi ve hepimiz iskambil oynadık. İngilizler hiçbir oyunu zevk için oynamıyorlar eğer bir şey kazanmaz veya kaybetmezlerse – ki hangisi olması umurlarında değil- oynamazlar.

14


Bayan Langham ve ben çok iyi vakit geçirdik, kız beni öyle büyülemişti ki, parmaklarım çift sıradan fazla olsaydı sayamazdım. Ve evime gittiğimde evimi bulamadım ve sokakta dolaştım ve oynayacağım her oyunu kaybedebilirdim ancak kız da benimle aynı durumdaydı, sonuç olarak gördüğünüz üzere İkimiz de bu halden çıkamadık, niye olduğunu da umursamadık, tek bildiğimiz çok mutlu olduğumuzdu. Başka bir şey de bilmek istemiyorduk. Ona onu sevdiğimi söyledim,- gerçekten söyledim- saçlarına kadar kıpkırmızı kesildi, fakat bu hoşuna gitti ve o da beni sevdiğini söyledi. Hayatımın en güzel akşamıydı!

Ona dürüst davrandım, hakkında çok şey duyduğu milyonluk banknotumun dışında, tek kuruşumun olmadığını o paranın da bana ait olmadığını söyledim. Meraklandı ve ona tüm hikayeyi ta başından anlattım, az kalsın gülmekten ölecekti. Bu hikayede gülecek ne bulduğunu anlamamıştım ama vardı, her yarım dakikada bir ayrıntıya takılıyor ve gülmeye başlıyor, yeniden durana kadar bir yarım dakika bekliyordum. Niye? İnanılması güç -kendi kendine gülüyordu gerçekten, yani ben bu kadar acıklı bir hikaye duymamıştım – bir insanın dertlerinin, endişelerinin ve korkularının hikayesi- bunun böyle bir etki yaptığını daha önce görmemiştim. Gülünecek bir şey olmasa da güldüğünü görerek onu daha çok seviyordum çünkü yakında böyle bir eşe ihtiyacım olacaktı. Ona şu maaşım düze çıkana kadar çeyrek yıl kadar beklemesi gerektiğini de anlattım, fakat aldırmadı, masraflar konusunda benim mümkün olduğum kadar dikkatli davranmamı ve üçüncü yılımıza da sarkması riskine girmemem gerektiğini söyledi. Sonra biraz endişelendi, bir hata yapıp yapmadığımızı ve ilk yıl için tahmin ettiğimden daha az bir maaşla başlayabileceğimi merak etti. Bu eskiden olduğuma nazaran kendimi biraz daha kötü hissetmeme yol açtı ama bu bana iyi bir ticari fikir verdi ve bunu açıkça söyledim.

15


Portia, hayatım, bu yaşlı beylerle tekrar yüzleştiğimde yanımda olmak ister miydin?”
Hayır, yanında olmam seni cesaretlendirecekse olur ama uygun olur mu sence?”
Hayır, uygun olacağını sanmıyorum, aslında, uygun olmamasından korkuyorum.”
O halde uygun olsun, olmasın, geleceğim...yardım edeceğim için çok mutluyum.”
Yardım etmek mi? Ettin bile, sen öyle güzel, öyle tatlı ve şanslısın ki, o adamlar gelince maaşımı katlayacağım, bir şey demeye yürekleri yetmeyecek.”
Kızın gözlerinin nasıl mutlu mutlu parladığını görmeliydiniz.
Seni hınzır, söylediklerinin hepsi yalan!Ama yine de seninle geleceğim, belki böylece başkalarının olayları senin gözüyle görmelerini beklememeyi öğrenirsin.


Kuşkularım dağılmış mıydı? Kendime güvenim geri mi gelmişti? Şuna bakar siz karar verin: Gizlice, oracıkta maaşımı ilk yıl yüzonikiye yükselttim ama ona söylemedim, sürpriz yapacaktım.

Yol boyunca başım bulutların üstündeydi, Hastings konuşuyordu ama tek kelimesini duymuyordum. O ve ben dairemden içeri girince, evimin konforu ve lüksü hakkındaki sözleriyle kendime getirdi.

Şurda durup evini biraz seyredeyim, azizim, burası bir saray yavrusu! Bir insanın isteyeceği her şey içinde, sıcacık bir şömine, akşam yemeği hazır durumda, Henry sadece senin ne kadar zengin olduğunun farkına varmakla kalmadım, ne kadar yoksul olduğumu da farkettim. Senin yanında ne kadar sefil ve fakir kalıyorum!”

16


Allah kahretsin! Onun bu sözleri beni kendime getirti, bir uçurumun yanında duruyordum, hayal gördüğümün farkında değildim, daha önce bunları göremiyordum ama şimdi! Aman Tanrı'm tek kuruşum olmadığı halde borca batmıştım, güzel bir kızın mutluluğu ya da bir felaket avucumun içindeydi ve belki hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir maaşın hayalini kuruyordum! Ah! Ah! Ah! Umutlarım yok olmuştu! Hiçbir şey beni kurtaramazdı!

Henry, senin sadece günlük gelirinin minik damlaları...”
Ah! Benim günlük gelirim! İşte buna içilir! Şu Skoç viskiyi kafaya dik, ah, hayır, sen açsın, sen otur ve....”
Ben bir lokma bile yiyemem, bu aralar yiyemem ama seninle içebilirim, hadi..
Fıçı fıçı içmeye hazırım! Haydi Lloyd,ben içerken sen hikayeni anlat.”
Neyi? Yeniden mi anlatayım?”
Yeniden mi? Ne demek istiyorysun?”
Niye? Tekrar tekrar dinlemek mi istiyorsun diyorum.”
Tekrar mı dinlemek istiyorum? Bekle, içki koyma bir daha, ona ihtiyacın yok.”
Bana baksana Henry! Beni korkutuyorsun! Yol boyunca sana tüm hikayeyi anlatmadım mı?”
Sen mi?”
Evet ben!”
Tek kelimesini duyduysam Allah beni kahretsin!
Henry! Çok ciddiyim! Bakanın evinde sen ne aldın?”

17

O zaman bende bir şimşek çaktı ve bir erkek gibi itiraf ettim.
Bu dünyadaki en güzel kızı aldım.”
O zaman koşup yanıma geldi ve ellerimiz acıyana kadar elimi sıktı, sıktı ve üç mil boyunca yürürken bana anlattığı hikayenin tek kelimesini duymamış olmama rağmen beni suçlamadı. Tekrar oturdu, sabırlı, eski bir dost olarak hikayeyi yeni baştan anlattı. Özetlersem hikayesi şuydu:






İngiltere'ye büyük bir fırsat yakaladığını düşünerek gelmişti, 'Gould ve Curry' maden şirketini 'mesaha mühendislerine' satabilme opsiyonu vardı ve bir milyon dolar kazanmayı umuyordu. Çok çalışmıştı, dürüst her yolu denemişti, bu iş için neredeyse tüm parasını harcamıştı, ama kendisine inanacak bir sermayedar bulamamıştı, ayın sonunda opsiyonu sona erecekti. Yani bitmiş, tükenmişti. Sonra birden zıpladı ve bağırdı.

Henry! Beni bu durumdan ancak sen kurtarabilirsin! Bu dünyada beni kurtarabilecek tek kişi sensin.”
Nasıl?”
Bana bir milyonu ver, ne olur reddetme!”
Bir tür ızdırap içindeydim. Tam “Llyod ben kendim beş parasız, borç içinde bir yoksulum diyecektim ki, aklıma yepyeni bir fikir geldi, dişlerimi kenetledim ve bir sermayedar kadar serinkanlı olana dek kendimi sakinleştirdim. Sonra kendine güvenen bir sesle
Seni kurtaracağım Lloyd!” dedim.
O halde kurtuldum sayılır. Allah senden razı olsun! Eğer ben .......”


18


Bırak da lafımı bitireyim Llyod, seni kurtaracağım ama bu şekilde değil, bu sana haksızlık olur, o kadar çok çalışıp, risk aldıktan sonra, madeni almaya ihtiyacım yok, Londra gibi ticari bir merkezde sermayemi onsuz da çalıştırabilirim, yapacağım şey şu: Elbette o maden hakkındaki her şeyi biliyorum, onun muazzam değerini de biliyorum, soran olursa rahatlıkla yemin edebilirim. Madeni benim ismimi kullanarak iki hafta içinde 3 milyon dolar nakite satacaksın ve parayı yarı yarıya bölüşeceğiz.”
Biliyor musunuz, Henry'yi tutup bağlamasam sevinçten deliye dönüp mobilyaları paralayana dek dans edecek ve her şeyi kıracaktı.
Sonra uzandı, mutlu bir şekilde
Senin ismini kullanabilirim! Düşünsene! Zengin Londra'lılar senin adını duyunca akın akın gelecekler! Birbirlerini çiğneyecekler! Meşhur oldum! Seni hayatım boyunca unutmayacağım!”
Yirmidört saat dolmadan haber Londra'da duyulmuştu, hiçbir şey yapmama gerek yoktu, sadece evde oturup gelenlere
" Evet, beni referans olarak göstermesini ben istedim, onu da, madeni de tanıyorum, karakteri mükemmel ötesidir, madene gelince istediği fiyattan bile daha değerlidir" diyordum.
Bu arada tüm vaktimi bakanın evinde, Portia ile geçirdim, ona maden hakkında hiçbir şey söylemedim, sürpriz yapacaktım, maaşımdan konuştuk, maaşımdan ve aşktan konuştuk. Bazen maaşım, bazen aşktan konuştuk. Bakanın karısı ve kızı bizim küçük hikayemizle ilgilendiler ve bize yardımcı olmak, bakanı kuşkuda bırakmamak için bir sürü yaratıcı fikir geliştirdiler. Çok şeker insanlardı!



19
Nihayet bir aylık süre sona erdiğinde, Londra ve County bankasında bir milyon dolarlık kredim vardı. Hastings'de aynı durumdaydı. Güzelce giyindim, Portiya'yı da alarak, Portland Place'deki eve gittik, iki kardeşin eve geldiğini, oradan doğruca bakanın evine gidip, kıymetlimi alacağımı ve tekrar maaşımı konuşuyorduk. Kız o kadar heyecanlı ve endişeliydi ki bu onu dayanılmaz güzelleştiriyordu.
Hayatım, öyle bakıyorsun ki, yılda üç binden tek kuruş az maaş istemek suç olacak.”
Henry bizi batıracaksın!”
Korkma! Böyle bakmaya devam et ve bana güven,her şey yoluna girecek.”
Yol boyunca ona güven vermeye devam ettim. O da bana öğüt vermeye devam etti.
Aman lütfen unutma, fazla para istersek sonunda hiç para alamayabiliriz, o zaman halimiz ne olur? Nasıl geçiniriz?”

Kapıyı yine aynı uşak açtı, iki adam oradaydı, yanımdaki harika yaratığı görünce tabii şaşırdılar. Onlara

Sorun yok beyler, bu benim müstakbel eşim ve yardımcım” dedim.

Onlara Portia'yı tanıştırdım, isimlerini söyledim, bu onları şaşırtmadı, rehbere bakacak kadar aklım olduğunu biliyorlardı, bizi oturttular ve çok kibar davrandılar,
Portia'nın mahcubiyetini gidermek ve kızı rahatlatmak için ellerinden geleni yaptılar. Sonra ben,

Rapor vermeye hazırım beyler” dedim.

Buna memnun olduk, şimdi kardeşim Abel ile girdiğimiz bahsi kazanıp kazanmadığıma karar vereceğim, eğer benim adıma bahsi kazanmışsanız, istediğiniz ödülü alacaksınız. Milyonluk banknot yanınızda mı?”


20


İşte burada, buyrun”
diyerek banknotu ona uzattım.
Adam, “Ben kazandım! diye bağırdı.
Ve kardeşi Abel'in sırtına vurarak,
E, buna ne diyorsun kardeşim?” diye sordu.
Başaracak demiştim. Yirmi bin pound kaybettim, buna asla inanamazdım”
Anlatacak çok şeyim var, oldukça uzun bir hikaye, bu bir ayın ayrıntılı hikayesini anlatmak istiyorum, dinlemeye değer bir hikaye...bu arada şuna bir bakın”
Ne? 200.000 poundluk bir çek sizin mi?”
Benim, bana verdiğiniz ödünç para sayesinde otuz günün sonunda kazandım.”
İnanılmaz bir şey bu. Çok şaşırtıcı,olamaz!”
Önemli değil Size ispatlayabilirim, desteksiz attığımı sanmayın.”
Bu sefer şaşırma sırası Portia'daydı, gözleri faltaşı gibi açıldı.
Henry, bu para gerçekten senin mi? Dalga geçmiyorsun ya?”
Benim hayatım ama beni affedeceğini biliyorum.”
Bundan o kadar emin olma. Beni kandırdın!”
Unutursun tatlım, unutursun, sadece işin şakası, hadi gel gidiyoruz”
Ama bekleyin, ödül. Size ödülünüzü vermek istiyorum.”
Şey, çok teşekkür ederim ama gerçekten bir şey istemiyorum”


21


Fakat hediyelerimden istediğin seçebilirsin”
Tekrar teşekkürler ama istemiyorum.”
Henry, beni utandırıyorysun, beylere böyle yarım yamalak teşekkür etmemelisin, senin yerine ben yapabilir miyim?”
Gerçekten hayatım, nasıl istiyorsan.”
Portia adamın yanına gitti, kucağına oturdu, kolunu boynuna dolayıp, dudağından öptü! O zaman iki yaşlı adam gülmekten katıldılar ama ben afallamış, dumura uğramıştım.Portia devam etti:
Babacım, Henry sizden ödül almak istemediğini söylüyor ama ben en az senin kadar kırıldım.”
Hayatım, o senin baban mı?”
Evet, benim üvey babam ve dünyanın en iyi üvey babası! Şimdi sen bakanın evinde benim kim olduğumu bilmeden hikayeni anlattığın zaman neden o kadar güldüğümü anladın mı?”
Ah! Sevgili bayım o halde söylediklerimi geri alıyorum, sizden istediğim bir şey var.”
Nedir söyle?”
Damadınız olmak!”
Şeyy, peki ama bunu yapabilecek kapasitede misin bakalım?Böyle bir sözleşmenin şartlarını tatmin edebilecek misin? ”
Beni deneyin, ah,ne olur, yalvarıyorum, sadece 30, 40 yıl verin yeter, eğer....”
Ah, Tamam pekala verdim gitti.


İkimiz mutlu muyuz? Bunu tasvir edecek kelime bulamıyorum, bir, iki gün sonra tüm hikayeyi, banknotla ilgili bir ayın serüvenlerini ve hikayenin nasıl bittiğini tüm Londra duydu, bunu konuştular ve iyi vakit geçirdiler mi? Evet.

Portia'mın babası, bu dostane ve misafirperver banknotu Bank of England'a geri götürüp bozdurdu. Sonra banka onu iptal etti ve düğünümüzde bize hediye etti. O günden beri evimizin en kutsal yerinde çerçevelenmiş olarak asılı duruyor. Çünkü o banknot bana Portia'mı verdi. O olmadan Londra'da yapamazdım, bakanın evine gitmezdim ve asla Portia ile karşılaşmazdım. Ve hep şöyle diyorum: “ evet bu gördüğünüz gibi bir milyonluk bir banknot, onunla tek bir şey satın aldım ama tüm servetime değer, aldığımın şeyin yanında bir milyon solda sıfır kalır ”

Yazan: MARK TWAIN
Çeviren: Müjde Dural


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder